DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Abdurrahman Kılıç
Abdurrahman Kılıç
Giriş Tarihi : 28-12-2013 10:57

İhtilaflara Bakışaçısı

 

     Allah insanları ve toplumları farklı özelliklerle yaratmıştır. İki insanın fiziki özellikleri aynı olmadığı gibi duygu ve düşünceleri de aynı değildir. Yeryüzünde birbirinden farklı toplumlarda böyledir. Aynı şey, bir toplumda yaşayıp, birbirinden farklı düşünen insanlar ve küçük gruplar için de geçerlidir.

     Aynı durum İslam toplumları için, İslam Ümmeti içinde geçerlidir. Âdem’den   ( a.s.) beri İslam toplumlarında fikir ayrılıkları, ihtilaflar olagelmiştir. Muhammed (s.a.v.) ümmeti de aynı durumla karşılaşmıştır. İlk ihtilaflar daha Peygamber    (s.a.v)  hayat da iken belirmiş. 

      ‘ و ما اختلفتم فيه من شيء فحكمه الى الله  ‘ Şura Suresi 10. Ayet-i Kerime: “ İhtilafa düştüğünüz her konunun hükmü Allah’a aittir.” buyurarak Peygamber (s.a.v.)  dönemi ihtilaflarının çözüm yoluna işaret etmiştir. Peygamber (s.a.v.)  efendimize, Müslümanlarla istişare etmesi emredilmiş.

     Ümmet içinde çıkan her ihtilaf sonuçta Kur’an-ı Kerime ve Hadis-i şeriflere irca edilmekte. Ya da farklı düşünen, birey ve gruplar –cemaatler, mezhepler, tarikatlar, v.b.- hareket noktası olarak bu iki kaynağı referans göstermekte.

     Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif gerçekten böyle ihtilaflı,farklı birey ve toplumların aynı anda referansı olabilir mi? Dinin bu iki farklı kaynağı farklı yorumlara açık mı?

      Bediüzzaman, (R.aleyh ) bu konu ile ilgili olmasa da, başka bir konu ile ilgili bir soruya verdiği cevapta, bu konuyu çok güzel bir ifade ile açıklıyor.

            “Madem Kur'an bir hutbe-i ezeliyedir. Hem muhtelif, tabaka tabaka olarak asırlar üzerinde ve arkasında oturup dizilmiş bütün benî-Âdeme hitab ediyor, ders veriyor. Elbette o muhtelif efhama göre müteaddid manaları dercedip irade edecektir ve iradesine emareleri vaz'edecektir.

     Evet "İşarat-ül İ'caz"da şuradaki manalar misillü kelimat-ı Kur'aniyenin müteaddid manalarını İlm-i Sarf ve Nahv'in kaideleriyle ve İlm-i Beyan ve Fenn-i Maânî'nin düsturlarıyla, Fenn-i Belâgat'ın kanunlarıyla ispat edilmiştir.

     Bununla beraber ulûm-u Arabiyece sahih ve usûl-i diniyece hak olmak şartıyla ve Fenn-i Maânîce makbul ve İlm-i Beyanca münasib ve belâgatça müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usûl-üd din ve ehl-i usûl-ül fıkhın icmaıyla ve ihtilaflarının şehadetiyle Kur'anın manalarındandırlar. O manalara, derecelerine göre birer emare vaz'etmiştir. Ya lafzîyedir, ya maneviyedir. O maneviye ise, ya siyak veya sibak-ı kelâmdan veya başka âyetten birer emare o manaya işaret eder.  “[1]

     Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifin, insanlara hitabı, belirli bir zaman ve mekânda zuhur ettiği halde, hem zaman hem de mekânsal alanda evrensel bir hitap olduğu için veciz ifadelerle, genel kurallarla, gelişmeye müsait ilkelerle insanlara hitap etmiştir. Bu durum farklı zaman ve mekânlarda yaşayan insanların yanında, aynı zaman ve mekânda yaşayan insanların da onları farklı algılayıp, farklı yorumlamasına ve dolayısıyla ihtilafların oluşmasına zemin hazırlamıştır.  

 

     Peki farklı görüşlerin, fikirlerin kabul ölçüsü nedir. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifi referans gösteren, onların yorumu ve açıklaması olduğunu savunan düşüncelerin geçerlilik ölçüsü nedir? Bu soruların cevabı olan bölümün altını çizerek tekrar edelim.  

 

    “ Bununla beraber ulûm-u Arabiyece sahih ve usûl-i diniyece hak olmak şartıyla ve Fenn-i Maânîce makbul ve İlm-i Beyanca münasib ve belâgatça müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usûl-üd din ve ehl-i usûl-ül fıkhın icmaıyla ve ihtilaflarının şehadetiyle Kur'anın manalarındandırlar.”

 

       Bediüzzaman, ( R. aleyh ) bir düşüncenin, fikrin, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’e refere edilebilmesi için yeter şartı açıklıyor. Yukarıdaki şartları taşıyan her fikir Kur’an-ı Kerimin malıdır. İslam dairesindedir. Dışlanamaz, reddedilemez. Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’e refere edilen yorumlar, Arap diline ve usulü diniyeye uygun, belagat ilmine ve maani sanatlarıyla uyumlu ise, müçtehitler, akait âlimleri ve usül âlimleri tarafından makbul sayılmıştır.

 

     Burada çıkması muhtemel sorun, farklı fikir sahiplerinin çıkması halinde, farklı grupların birbirine ne tavır takınacakları. Bununla ilgili Bediüzzaman ( R. aleyh) şu ölçüyü belirler. Bu ölçüler tüm taraflarca kabul gördüğünde mesele hallolacaktır.

         “Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: "Mesleğim haktır yahut daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden, "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.”[2]

     Her mezhep ve meşrep sahibi kendi meslek ve meşrebinin en doğru olduğunu düşünebilmeli ama tek doğrunun kendisininki olduğunu düşünmesi doğru değil. Hele hele kendi mezhep ve meşrebi dışındakileri delaletle suçlaması kesinlikle kabul edilemez.

   

      İslam Mezhepler Tarihi incelendiğinde içtihat özgürlüğünün mezhep imamları tarafından emniyete alındığını görürüz. İmamlar kendilerinden farklı düşünen öğrencilerini, diğer Mezhep imamlarını farklı düşüncelerinden, içtihatlarından dolayı eleştirmemişlerdir.

   

      İçtihad farklılığındaki minimum nokta ehl-i kıble olmaya kadar indirgenerek içtihat dairesi genişletilmiştir.

   

     Bediüzzaman   ( R. aleyh )  ihtilafların hoşgörüsü yanında bir adım daha atarak, insaf sahiplerine aşağıdaki harika ilkeyi tavsiye eder :”Hakkı bulduktan sonra ehak için ihtilafı çıkarma. Ey talib-i hakikat, madem hakta ittifak, ehakta ihtilaftır. Bazen hak, ehaktan ehaktır. Hem de olur hasen, ahsenden ahsen.”[3]

     Bediüzzaman insaf sahiplerine hakta ittifak sağlanmışsa ehak için ihtilaf çıkarılmamasını, hakla yetinilmesini tavsiye ediyor. Bu gibi hallerde hakla yetinmenin daha hak, daha doğru ve daha güzel olacağını vurguluyor.

     Maalesef Müslümanlar, hem diğer ümmetler hem de Muhammed ( S.A.V. ) ümmeti ihtilaflı konuları ve ihtilaflı fikirleri savunanları her zaman hoşgörü ile karşılayamamışlardır. İhtilaflar ayrışmaya,  düşmanlığa, kavgaya dönüşmüştür.

 

          Kur’an-ı Hakim peygamberlerin misyonlarından birisinin de insanlar arasındaki ihtilafları izale ve tevhidi sağlama olduğunu söyler. Toplumlar aralarındaki ihtilafların çözümü içinde peygamberlere muhtaçtır. Bunlar inançla, mezheplerle, ırklarla v.b. ihtilaflar olabilir.

‘ قال قد جئتكم بالحكمة و لابين لكم بعض الذي تختلفون فيه   ‘ Zuhruf Suresi 63. Ayet-i Kerime. “ İsa, size ihtilaf ettiğiniz konuları açıklamak için geldim ve size hikmeti getirdim dedi.” İsa ( a.s. ) İsrailoğullarına aralarındaki ihtilafları çözmek için hikmetle gönderilmiş bir elçi olarak tanımlıyor kendini.

‘ و ما انزلنا عليك الكتاب الا لتبين لهم الذي اختلفوا فيه ‘ Nahl Suresi 64. Ayet-i Kerime .“ Biz kitabı sana sadece aralarındaki ihtilafı açıklaman için indirdik.” Buradaki hitapsa Peygamber efendimize (S.A.V.) yönelik. Peygamberler (a.s) evrensel misyonları gereği insanları karanlıktan aydınlığa, karışıklık ve kaostan vahdete iletirler.

     Kur’an-ı Kerimdeki peygamber kıssaları dikkatle incelendiğinde, peygamberlerin muhataplarının iki farklı toplum ve toplumsal yapıdan oluştuğu görülür. Bazı peygamberlerin muhataplarının müşrikler ve şirk toplumu iken, bazı peygamberlerin muhataplarının inananlar ve dindar toplumlar olduğu görülür. Bu toplumlar içinde de bir önceki peygamberin misyonunu asli hali ile koruyan bir ümmet sürekli var olagelmiştir. Ancak asli misyondan uzaklaşanlar ve farklı niyet ve amaçlarla asli misyonu değiştirenler de olagelmiştir.

‘ يؤمنون بالله واليوم الاخر و يامرون بالمعروف ينهون عن المنكر  ‘ Al- i İmran Suresi 114. Ayet-i Kerime .“ … onlar Allah’a ve ahiret gününe inanır, iyiliği emreder ve kötülükten alıkoyarlar.” deniyor. Ayet-i Kerime kimlerden bahsediyor olabilir? Peygamber ( S.A.V.) efendimiz döneminde yaşayan bir Yahudi toplumdan bahsediyor. Musa (a.s.) misyonuna bağlı ve o misyonu yaşatan, yaşayan bir topluluk.

     Musa, İsa, Süleyman, Davud, Yahya ( a. s. ) peygamberler, dindar insanlara, toplumlara gönderilmiş peygamberlerdir.

     Müşrik toplumlarla ilgili kıssalar Mekkede müşriklere hitap edip o konudaki Müslümanlar ve müşrikler arasındaki ihtilafları açıklamaya, çözmeye yönelik iken, dindar toplumlarla ilgili kıssalar Medinedeki Yahudiler ve Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki ihtilafları açıklamaya ve çözmeye yönelik olması yanında daha sonra müslüman toplumlarda çıkması muhtemel ihtilafları önlemeye veya çıktıktan sonra izale etmeye yöneliktir. Bu kıssalar Müslümanların aynı duruma düşmelerini önlemek, düşerlerse de nasıl kurtulacaklarını öğretmek içindir.

     Muhammed (S.A.V.) ümmeti de yaşadığını yaşadı. Daha önceki toplumların yaşadığı birçok olumlu veya olumsuz şeylerin benzerini yaşadı. Çünkü sünnetullahda değişme olmaz. Kur’an-ı Kerimde anlatılan kıssalardan ders alınmadığı sürece de aynı olumsuzluklar yaşanmaya devam edecek. Muhammed (S.A.V.) ümmetinde de iyiliği emreden kötülükten sakındıran bir ümmet hep olageldi.

     Günümüzde Müslümanların en baskın, en derin, en yakıcı, en yıkıcı ihtilaf konusu mezhebi ihtilaflardır. Özellikle son dönemde İslam âleminde mezhebi ayrılıklar, ayrışmaların ve çatışmaların sebebi haline getirilmektedir.

     Asr-ı Saadetten bu kadar yüzyıl sonra,  bir gerileme döneminden sonraki, yükseliş dönemi arifesindeyiz inşallah. Yükseliş dönemi arifesinde birden çok etken bizi geçmişin ihtilafları ile yüz yüze getiriyor. Bir kısım harici ve dâhili mihraklar ihtilafları körükleyerek Müslümanları zayıflatmak, birbirine düşürmek istiyor. Cahil bazı insanlar basit ihtilafları büyütüp din yerine koyup ihtilaflı olduğu kimseleri dinden çıkmakla suçluyor. Bir kısım müstekbirler çıkarlarını din kisvesine büründürerek bir tarafla saltanatını güçlendirmek istiyor.

     Bunlar bir yana yeni bir medeniyet projesi üretmek isteyen ümmet, projesine ihtilafların çözümünü içeren başlıkları da almalı. İhtilafların adil bir çözümü ile vahdetin sağlandığı kâmil bir ümmet projesi hayata geçebilir. Bu nedenlerle: “ onlar bir ümmetti, geçti gitti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız size.” ayet-i kerimesini okuyup geçmişi geçmişte bırakmak gerekirken;   onların kazandıkları yüzünden ümmetin etkilenmemesi için onlarla yüzleşmek gerekiyor.

    Yukarıdaki iki sebep nedeni ile Müslümanlar aralarındaki ihtilaflara yüzleşmek zorundadır. Bu ihtilaflar görmezden gelinemez. Üstü örtülemez. Müslümanlar mezhebi ihtilaflarla yüzleşmez ve adaletle çözmezse ne olur?

     ‘و كانوا شياعا لست منهم في شيء  ان الذين فرقوا دينهم  ‘  En’am Suresi 159. Ayet-i Kerime. “  Dinlerini parçalara ayırıp, fırka fırka olanların başına gelecekler hususunda sen hiçbir şeyden sorumlu değilsin “  tehdidine muhatap oluruz. Bu elbet onların başına gelecekler konusunda bir sorumluluğun yok anlamında, efendimiz için (S.A.V.) teselli, dini parçalara ayırıp fırkalaşanlar için ağır bir tehdittir.

     ‘   فتقطعوا امرهم بينهم زبرا كل حزب بما لديهم فرحون ‘ Mü’minün Suresi 53. Ayet-i Kerime. ‘ Dinlerini aralarında kitaplar bölümler halinde paylaştılar. O halde iken her grup kendi eline geçen ile mutludur. “ Ayet korkunç bir durumdan bahsediyor. Sanki bir yağmadan bahsediliyor. Yağmalanmış bir hakikat. Bütünlüğü bozulmuş bir hakikat. Hakikatin bir parçası bütününü içermez. Bütünlüğü bozulan hakikat, hakikat olmaktan çıkar. Hakikatin birer parçasını alıp bununla mutlu olan gruplar. Bir canlıyı parçalayıp eline geçenle mutlu olan insanlar gibi.

      ‘ معهم  و اذا قيل لهم امنوا بما انزل الله قالوا نؤمن بما انزل علينا و يكفرون بما وراءه و هو الحق مصدقا لما ‘ Bakara Suresi 91. Ayet-i Kerime. “ Yahudilerden bir kısmına, Allah’ın indirdiğine Kur’an-ı Kerime inanın denildiğinde biz, bize indirilene Tevrat’a inanıyoruz derler. Tevrat’dan başkasına Kur’an-ı Hakim’e Tevrat’ı destekleyen bir gerçek olduğu halde inanmıyorlar.”  Tevrat ve Kur’an-ı Kerim aynı kaynaktan olduğu ve Kur’an-ı Kerim Tevrat’ı doğruladığı, desteklediği halde inkâr ediyorlar. Tevrat’a sadık kalma adına. Oysa hakikatin değişik ifadesinin inkârı, hakikatin inkârıdır. Hakikat taraftarı olduğunu iddia ettiği halde, hakikatin değişik ifade şeklini inkâr eden elindeki hakikati de inkâr etmektedir, farkında olmadan.

      ‘   او يلبسكم شيعا و يذيق باس بعضكم بعض  ‘ En’am Suresi 65. Ayet-i Kerime. “ … Fırkalaşmayı giydirip bazınızın şiddetini bazınıza tattırmayı …”  Fırkalaşmanın acı sonucu. Farklı grupların birbiri ile savaşmaları, çatışmaları, bir de buna Müslüman olmayanların parçalanmışlıktan cesaret alarak Müslümanlara tattırdığı eziyet, aşağılama…

     ‘ الى الله مرجعكم جميعا فينبئكم بما كنتم تختلفون  ‘ Maide Suresi 48. Ayet-i Kerime.” Sonunda hepinizin topluca dönüşü Allaha’dır. O ayrılığa düştüğünüz konuları size bildirecek.” Bu bildirme herhalde ihtilafa düştüğümüz konuların izahından ibaret bir bilgilendirme olmayacak.

     Aslında İslam Ümmeti mezhepler, tarikatlar, meşrepler, cemaatler arasındaki ihtilafların azaldığı bir süreç yaşıyor. Mezheplerin ilk çıktığı dönemlerdeki keskin usül ve füru ayrılıkları süreç içinde yumuşamış ve görüşler birbirine epey yaklaşmıştır. Her mezhep farklı kavramlarla aynı şeyi ifade eder bir hale gelmiştir. Dünyanın bir köy haline geldiği bir zamanda ihtilafların iyice zayıflayacağı bir ortama gidiyoruz.

  Ancak bu ilmi tespitlerin aksine, ihtilafların körüklendiğini, çatışmaların kızıştırılmaya çalışıldığını görüyoruz.

     Müslümanların, birilerinin siyasi hesaplarına piyon olmamaları gerekiyor. Ancak Müslümanlar birbirlerinin velisidir. Müslümanlar birbirlerini bırakıp kendileri dışında birilerini sırdaş ve veli edinmemelidir. Müslümanları birbirine bağlayan binlerce güçlü bağ varken küçük meselelerle birbirinden uzaklaşmamalılar.

     

    

 

 

 

 

 

  

 

    

 

 


[1]   Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, 1. Cilt, sh. 176

 

 

[2] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, Nesil Yay. İstanbul 1966, 1. Cilt, sh. 662

[3] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, 1. Cilt, sh.329

NELER SÖYLENDİ?
@
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA