DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Harun Yılmaz
Harun Yılmaz
Giriş Tarihi : 15-08-2024 16:28

“Hocam! Gazze’deyiz!”

Bir yeniçeri, bir Yahudi’ye tokat

atmış.Yahudi, doğruca kadıya

gidip,yeniçeriyi şikayet etmiş;

Kadı: “Evladım, durup duruken

bu Yahudi’ye neden tokat attın?”

Yeniçeri: “Durup dururken olur mu

efendim? Bunlar, İsaEfendimiz’i

çarmıha gerip, işkence etmişler.”

Yahudi: “Ama bu 1500 sene önceydi.”

Yeniçeri: “Olsun! Ben yeni duydum.”

 

Hatırlarsınız değil mi, ehem-i mühimmeden bir yazarımız, “İlk defa açıklıyorum; bir toplantıdaydım, Riyaset-i Cumhur’dan aradılar; ‘Hocam! Gazze’deyiz!’ dediler.” demişti.

Doğru söylüyormuş; meğer gerçekten Gazze’deymişiz.

26 Haziran 2024 tarihli Türkiye gazetesinde Yılmaz Bilgen imzalı bir haber, bu yazarımızı doğruluyordu; “Gazze’de 4 bin Türkiyeli katil, soykırım suçuna ortak oldu.”

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/dunya/gazzede-4-bin-turkiyeli-katil-soykirim-sucuna-ortak-oldular-1048494

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/israile-askerlik-yolu-kapali-protokol-2019-yilinda-iptal-edilmisti-1052066

-o-

Habere göre, Türkiye pasaportu taşıyan 4 bin TC vatandaşı siyonist, HAMAS’ın 7 Ekim 2023’te başlattığı Aksa Tufanı Operasyonu’na karşı İsrail ordusuna katılarak, Gazze’de katliama karışmış, bunlardan 65’i cephede öldürülmüş, 110’u da yaralanmış.

Bu 4 bin hain teröristin 400’ü doğrudan Türkiye’den Filistin topraklarına gitmiş, duruma uyanan THY’nin, buna engelleme getirmesi üzerine, kalanı da deşifre olmamak için, önce Fas, İtalya, Fransa gibi başka ülkelere geçmiş, sonra da bebek, çocuk, kadın, ihtiyar öldürmek üzere Gazze’ye girmiş. Bu 3.600 TC vatandaşı Siyonist terörist, MİT’in takibinden kurtulmak için, bu ülkelerden Filistin’e başka isimlerle geçmişler.

İşgal edilmiş Filistin topraklarında 250 bin TC vatandaşı siyonist bulunduğunu belirten haberde, bunların, İsrail’le yapılan anlaşma gereği Türk Silahlı Kuvvetleri’nde askerlik yapmaktan muaf tutuldukları, ancak İsrail için askerlik yaptıkları ifade ediliyor. İsrail’in “Demir Kubbe” sisteminin başındaki generalin, işte bu TC pasaportlu katillerden biri olduğu yazıyor haberde.

Bu haber gerçekten de çok önemli; TC vatandaşı 4 bin kripto siyonistin, aramızda hangi isimlerle yaşadığını, aynı durumda biz olsaydık, Gazze’de yaptıklarının aynısını bize, bizim masum çocuklarımıza da yapıp yapmayacakları hakkında, genç nesle aktarılmayan tarihi bir hafızamız var aslında; bu çağın asker üniformalı ilk silahlı Yahudi gücü olan siyonist katır bölüğü, Osmanlı askerini, yani senin, benim dedelerimizi öldürmek için kuruldu ve Çanakkale’de fiilen bizimle savaştı.

Yılmaz Bilgen, birkaç hususun altını çiziyor haberinde;

“İsrail IDF Başkanlığı ve İsrail Savunma Bakanlığı yapmış bir isim; Moşe Dayan, aslen Urfalı. (Not: Urfa’dayken hangi Türkçe isim ve soyisim kullandığını bilmiyoruz.)

Siyonistlerin ilk kadın savaşçısı Riva Halevi Arbel, Sabiha İrem Çevik, öldürülen F16 pilotu Asaf Ramon, gazeteci Dean Shumel Elmas, Abraham Kohen, Albert Ferara, Isak Naon, Yusuf Kamondo, Rafayil Kamondo, Amos Yonatan, Ori Noaam, Aryil Sason, Edmond Livi, Abegil Ofadea, Noy Albahari, Nimrod Kohen, Gazze’de HAMAS tarafından öldürülen sosyal medya fenomenleri Mine Gümüşkaya ile Umay Akçay ve onun kuzeni Yusuf Moyel, İsrail askerî istihbaratının kurucusu ve Yahudi Ajansı Başkanı Tümgeneral Şlomo Gazit, İsrail Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Avraam Ben-Soshan, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sınır Muhafaza Komutanlığı yapan işkenceci David Tzur, İsrail’in ilk astronotu İlan Ramon, İsrail ordusuna fonksiyonel kimyasal madde ünitesi kuran AriedKohen, Selim Salti ve İsrail Göçmen ve Entegrasyon Bakanlığı yapan PninaTamanoShata gibi yüzlerce isim… Resmî makamlara göre 2023’te İsrail’e 73 bin TC vatandaşı göç etmiş. Bu 73 bin kişiyle ilgili en ilginç nokta, listede tek bir Türk isminin olmaması (Not: Belli ki, Türkiye’de kullandıkları Müslüman ad ve soyadlarını orada kullanmıyorlar).”

Filistin’de gerçek isimlerini kullanan bu teröristler, aramızdayken hangi Türk ve Müslüman isimleriyle dolaşıyordu sorusu haklı bir soru olarak aklınızın bir köşesinde bulunsun.

İşin bir başka ve bizi asıl ilgilendirmesi gereken boyutlarından birisi; İsrail’de yaşayan siyonistler arasında KİŞİSEL SİLAH SAHİBİ OLMA oranının% 450 artış göstermiş olduğu; siyonist vatandaşların yasal silahlanma hakkına karşılık, Filistin halkına bu hakkın tanınmadığı. İsrail’e karşı gerçek hiçbir yaptırımı bulunmayan Türkiye’de de geleneksel aksesuarı silah olan Türklerin yasal silah taşıma hak ve yetkileri bulunmuyor.

“İsrail vatandaşlarının kendilerini savunabilmeleri (!) için sokaklarda daha fazla silah istiyorum.” diyen İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir, İsraillilerin daha kolay silah sahibi olma ve taşıma prosedürlerini kolaylaştırmak için çalışıyor.

İsrail Sivil (!) Haklar Derneği (ACRI) üyesi AnnSuccio, “Silah, her İsraillinin evindeki mutfak masasının üzerinde olacak.” diyor.

Peki, İsraillilerin SİLAH SAHİBİ OLMA HAKKI neden var? Bunun bizim milletimiz açısından önemi ne? İsraillilerin, Güney Kıbrıs Rumlarının, Kuzey Batı’mızdaki Ermenilerin silaha kolayca ulaşabilmelerinin bizi ilgilendiren boyutu nedir?

Yazıyı okumayı ilerlettikçe, bedeli çok ağır ödenmiş ve tekerrüründe ödenme potansiyeli yüksek,  ürpertici cevabı bulacaksınız.

Devam etmek üzere, buraya bir virgül koyalım!

Ortaokuldayken dönem ödevlerini tarih dersi üzerinden alırdım. O zamanlar internet, yapay zekâ yok; eline konuyu alır, halk kütüphanesinin yolunu tutardın. Adana’da Sabancı Kültür Sitesi içinde büyük bir kütüphane bulunurdu. Bir dönem ödevi konusunu “Adana’da Ermeni mezalimi” olarak seçmiştim. Adana halkına Fransız ordusu üniforması giymiş Ermeni çetecilerin ne zulümler yaptığına dair kitaplar vardı kütüphanede, onlardan faydalanmıştım. Şimdi o kitaplar yok; kendini Z kuşağı olarak tanımlayan yeni neslin zihninde bir tarih hafızası oluşmasın diye midir, nedir bilmiyorum; Müslüman tebaaya zulmetmiş azınlıklarla ilgili kitaplar, yayınlar, televizyon dizileri, akademik çalışmalar vs zaman içerisinde “normalleşme” adı altında buharlaştı sanki.

Bu millet, kendisine karşı kin, nefret ve düşmanlık ateşini harlı ve diri tutanları tanımazsa, bir sırtlanın yanında doğup, annesi diye onun boynunun altına sığınıp sürtünen yeni doğmuş bir ceylan yavrusu gibi olmaz mı?

Bugün Gazze’de HAMAS’ın ve Direniş Cephesi’nin siyonist çeteye dünyayı dar etmesi ve düşmana hazırlıklı olması, asla normalleşmemeleri, asla sevgi pıtırcığı basiretsizliklere kapılmamaları ile çok yakından ilgili.

Peki, bizim için uygun görülen “normalleşme” politikaları, azınlıklar açısından da böyle midir? Biz normalleştik, onlar da normalleşti mi acaba?

Şimdi, bir misal olsun diye, Ermenilerin Van’da yaptıkları zulümlere dair bilgiler aktaralım;

Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilen Ruslar, geride bıraktıkları SİLAHLARI Ermenilere vermiş, şehre giren Ermeniler, karşılarına çıkan herkesi kurşuna dizmişti. Can derdine düşen SİLAHSIZ köylüler, Van Gölü’ne doğru kaçmaya başlamış, Van ile Akdamar adası arasında taşımacılık yapan Ermeni kaptanların vapurlarına binmişler.

Elinde, kendini, çoluk çocuğunu, ırz ve namusunu koruyacak SİLAHI OLMAYAN çaresiz halk, Van Gölü’ne doğru kaçmış, kıyıya gelince Ermeni zenginlere ait vapurlara doluşmuş. Vapur, gölün tam ortasına geldiğinde, Ermeniler, Türk erkeklerini katledip cenazelerini suya atmış, kadınları ise Akdamar Adası’na götürüp, öldürene kadar tecavüz etmişler.

Van’da Ermeni zulmüne dair Van jandarma alay kumandanının raporunda yazdıkları akla havsalaya sığacak gibi değil;

Kumandan, kurtardıkları Seher adındaki bir kızın ifadesini almış; “Akşam olunca Ermeniler bizi tuttukları yere gelirdi. 150 kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki, bırakıldıklarında kan revan içinde, bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı.”

Çarıksır Köyü’nde bir çocuğu, kuzu gibi kızartarak süngü üzerinde direğe asmışlar.

Ahorik veAvzerik köyleri arasındaki bir mahalde, bağlı elleri, yarılmış karınlarına sokulmuş, tenasül uzuvları kesilerek ağızlarına tıkılmış dört Türk’ün cesedi bulunmuş.

Kavlık Köyü’nde 7 yaşındaki Fatma ve 5 yaşındaki Gülnar adlarında iki kız çocuğu, iki taraftan kirletilmiş ve bundan dolayı ikisi de sakat kalmış.

Aynı köyde 70 yaşlarında Ali adında bir ihtiyarın, süngülerle kırılan çene kemikleri, kesilip ağzına sokulmuş.

Ahtoci Köyü’nde Kemo’nun karısı Zeliha tandırda ekmek pişirirken, Ermeniler Zeliha’nın altı aylık çocuğunu tandıra atıp pişirmişler, zorla annesine yedirmek istemişler; başaramayınca da kadının bir bacağını ateşe sokarak yakmışlar.

Yine bu köyde birçok Türk çocuğunu tezek yığınlarıyla birlikte ateşe vererek, bu masum yavruları, annelerine izleterek diri diri yakmışlar.

Bir çocuğu anasının gözüönünde koyun boğazlar gibi boğazlamışlar. Bir Ermeni, Firdevs adındaki bir hanımın küçücük oğlunu ayağının altına alıp, iki bacağından ayırarak iki parçaya bölmüş.

Ermeniler, esir ettikleri Müslüman kadınları iki sıra hâlinde aralarına alıp türkü söyleyerek, tef çalarak götürürlerken, “Korkmayın! Sizi Van Valisi Cevdet Paşa’ya götürüyoruz. Cevdet Paşa size pilâv ikram edecek!” diye alay etmişler vekoro hâlinde, “Cevdet Paşa et temâşa/Gelinlerin oldu matuşka (fahişe)!” diye yürüyüş kararı saymışlar.

Kızların ve kadınların kollarındaki bilezikleri almak için kasaturalarıyla önce kollarını kesip, sonrakesik kollardan bilezik ve yüzükleriniçıkarmışlar.

Zeve’de toplanmış Müslümanlar, köye saldıran mütecaviz Ermenilere, CEPHANELERİ BİTİNCEYE KADAR karşı koymuşlar, Zevelilerin CEPHANELERİ BİTİNCE, köye giren Ermeniler, önce “Türkler ve Ermeniler kardeştir” diyerek halkın göç etmesine engel olan Süleyman Çavuş’u kesip doğrayarak katletmişler, sonra hamile kadınların karnını yararak, çıkardıkları çocukları süngülerinin ucuna takıp annelerine göstermişler.

Burada bir şeyin dikkatinizi çekmiş olması lazım; “...cephaneleri bitene kadar karşı koymuşlar, cephaneleri bitince, Ermeniler köye girebilmişler...” Bir başka ifadeyle, silahı ve cephanesi olan köylü direnmiş, teslim olmamış. Bu, çok, ama çok önemli, hayati bir detay!

Raporda daha neler yok ki?

Zorla götürülürken, kendilerini köprüden Mermit Çayı’na atan iki taze gelin; Zahide ve Fatma...

Derviş Efendi’nin, gözleri önünde tecavüze uğrayan kızları Hayriye ve Şadiye...

Ağzına balta sapı büyüklüğünde bir kazık çakılan, dili koparılıp bu kazığın üstüne çivilenen 70 yaşındaki Gevaş müftüsü...

Yine mesela Kazım Karabekir Paşa hatıratında bir anısını anlatır; “Erzurum’un bir köyüne yaklaştığımızda, köye mücavir bahçe duvarlarının üzerinde köy halkının kafalarını gördük uzaktan. Biraz yaklaşınca, gülüyor olduklarını fark ettik, dişleri görünüyordu; bizi gördükleri için sevindiklerini düşündük. Daha da yaklaşınca, Ermeniler tarafından kesilen kafalarının, taş duvara sıra sıra dizildiğini, gülüyor sandığımız şeyin de ayrılan ağızlarından görünen dişleri olduğunu anladık.”

Ermeniler o kadar çok Müslüman boğazlamışlar ki, akan kanlar koskoca tandırları doldurmuş. En son Rus ordusunda vazifeli bir Tatar subay, bu korkunç faciaya son vermiş.

Mesele geçmişin yaraları üzerinden kin ve nefret, intikam duygusu oluşturmak değil; tam tersine, kimin ne olduğunu, yarın aynı fırsata sahip olsalar, yine aynısını yapacak olanları tanımak; “Kendilerini bildiğimizi bilmeleri, onların karşısındaki en büyük psikolojik üstünlüğümüzdür.” bilincini korumaktır.

Peki, bu üstünlüğü, bu bilinci kim ya da kimler aldı elimizden? (İşin ucu, 1839 Gülhane Hattı Hümayunu’na, yani Tanzimat Fermanı’na ve 1856 Islahat Fermanı’na kadar gidiyor. Bu mezkûr fermanlara kadar, Müslümanlarla gayrimüslim tebaa arasındaki fark kıyafetlerinden anlaşılabiliyordu; sonrasında Müslüman ile gâvur, aynı kıyafetleri giymeye başladı. 1934 tarihli 2525 sayılı kanunla da bizim isimlerimize bürünüverdiler; böylece görünüşteki farklılık fermanlarla, isimlerdeki farklılık da bu kanunla giderilmiş oldu.)

Hülasa; ırkçılaşmadan, hafızayı diri, elimizi hazırlıklı tutmak, bu millete hiçbir şey kaybettirmez. Sadece Suriyeli düşmanlığını körükleyenlerin, milletin gündemine fitne sokan bazı ajan-politikacıların, bu hususları, yani asıl tehlikeye hazırlıklı olunmasını asla gündeme getirmemeleri, kolektif hafızamızı ölü, elimizi boş tutma amacına matuftur.

 

Hâlbuki normalleşerek, unutarak, unutturarak, barış türkülerine kolektif hafızayı feda ederek hazır olunmaz. Ne yaptıklarını bileceğiz, bu hafızayı çocuklarımıza, -düşmanlaştırmadan, kin oluşturmadan, ama- zinde ve hazır olmalarını sağlamak için aktaracağız. Çocuklarımız güçlü ve üstün olacak, ancak bu gücü ve üstünlüğü zulmetmek için kullanmayacak.

Aksi hâlde, doğduğu an, yanı başında bulduğu sırtlanı annesi zannedip, ona sığınmaya çalışan ceylan yavrusundan farkımız kalmaz.

Bu yazılanlardan fazlası olan zulümler karşısında dedelerimizin, nenelerimizin çaresizliğini anlatan tek bir kelimeye dikkatinizi çekmeye çalıştım esasen; “SİLAHSIZ!”

“SİLAHSIZ”halk, cani, zalim düşman karşısında ne yapar, ne yapabilir?

Bu bilgiler, olası bir bölgesel ya da küresel ölçekli savaştan önce ne işe yarar?

Hızla yaklaşmakta olduğunun işaretlerini veren üçüncü dünya savaşı, küreselci çetenin, 8 milyarlık dünya nüfusunu 500 milyona düşürmek için bu savaşın fitilini ateşlemekten kaçınmayacakları, Direniş Cephesi karşısında darmadağın olan siyonist çetenin, kendisini kurtarmak için tüm dünyayı ateşe verebileceği ihtimaline karşı, en fazla zarara uğrayacak olan sivil vatandaşların hazırlanmasına yarar.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, “3. dünya savaşı riski var. Dünya, 3. dünya savaşı riskini ciddiye almalı. Biz bunu ciddiye alıyoruz.” şeklinde bir açıklama yaptı.

(24 Haziran 2024;https://www.dunya.com/gundem/disisleri-bakani-hakan-fidandan-korkutan-aciklama-3-dunya-savasi-riski-var-haberi-733618)

Milli Savunma Bakanlığı da “Üçüncü dünya savaşı gibi karanlık bir tabloyu, başta ülkemiz olmak üzere kimse istemez, ama ordumuzun da her türlü senaryoya hazır olduğunu belirtmek gerekir.” dedi.

(27 Haziran 2024

;https://www.trthaber.com/haber/gundem/msb-ordumuz-her-turlu-senaryoya-hazir-865371.html)

Eski Genel Kurmay Başkanı ve Eski Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 3. Dünya Savaşı’nın bir bakıma başladığını belirterek, savaşın üç aşamadan oluştuğunu, şu anda dünyada yaşananların, savaşın hazırlık aşamasını oluşturduğunu söyledi; “Bu hazırlıkların yeterli olduğunu gördüklerinde savaş başlar.”

(16 Temmuz 2024; https://www.odatv.com/guncel/hulusi-akardan-3-dunya-savasi-aciklamasi-120053384)

NATO’nun, Rusya’dan geldiğini iddia ettiği tehdit nedeniyle 500 bin askeri yüksek alarma geçirdiği, Avrupa ülkelerinin zorunlu askerlik hizmetini yeniden uygulamaya koyduğu ve savunma (aslında savaş) bütçelerini arttırdığı bu ortamda, Almanya Savunma Bakanı BorisPistorius’un sözleri de Hulusi Akar’ı doğruluyor esasen; “2029 yılına kadar savaşa hazır olmalıyız.”

https://www.timeturk.com/ceviri/nato-500-binden-fazla-ittifak-askerini-yuksek-alarma-gecirdi/haber-1789741

Konuyla alakasız görünse de “Küresel bir savaş patlamadan önce yine sahte bir pandemi denemesiyle, asker, polis ve sivillerin; yaygın mRNA aşılaması (BSS; biyolojik sıvı silah) yapılarak, hücre yapısını saracak olan nanographen, titanyum dioksit, alüminyum, paslanmaz çelik parçaları ve nano-robotların, yüksek düzeyde EMF (elektro manyetik frekans; 5G, 6G…) ile etkileşime sokulması suretiyle savaşma gücü bloke edilebilir tezlerini de hatırlamalıyız.

Komplo teorisi mi? Savaşın sadece çelik mermiler ve bombalardan ibaret olmadığını bilen düşman, akıl almaz düzeyde bizden çok, ama çok ileride.

Peki, tam da burada bazı sorular soracak olursak, haddimizi aşmış olur muyuz?

Bu hazırlıklardan, korunması esas ve en temel olan şeyin, yani vatandaşın, yani insanın, yani benim, senin haberimiz, bilgimiz, bilgilendirilmemiz var mı? Mesela, devletin ciddiye aldığı küresel savaş riskini, bu milletin de ciddiye alması için bir şeyler yapılıyor mu?

Tamam, eyvallah, ordu her senaryoya hazır; peki, mesela ordunun yaptığı hazırlıklardan hariç, bu milletin, kendisinin ve çoluk çocuğunun canının selametini sağlamak için hazırlığı var mı? Mesela Van’ın Zeve Köyü’ndeki gibi hiç değilse “bitene kadar savaşacağımız”bir cephanemiz var mı? Yoksa terörün, teröristin girdiği köyümüzde, bizi kurtarması için film bittikten sonra gelen Türk polisini mi beklemeliyiz?

Mesela, bu milletin; şehir şehir, ilçe ilçe, köy köy savunma hatları oluşturduğu, her birinin devrildiğinde, buradan ricat edenlerle birlikte bir arkadakinin yeni savunma hattı kurarak direneceği, düşmanı yavaşlatacağı, orduya zaman kazandıracağı bir hazırlığı var mı devletin? Öyle ya; bir yeri istila ettiklerinde, ilk kıyımdan geçireceklerinin siviller, yani sen, ben, çocuklarımız olduğunu bildiğimiz (sayısal rivayetler farklı olsa da) 40 bin ila 200 bin kişilik bir YPG gücünün, El Nusra’sının, IŞID’inin, öteki, beriki örgütlerin, orduların, her biri mücehhez silahlı cephe olan binlerce köye, elini kolunu sallaya sallaya girebilmesi mümkün olur mu?

İşte bunları öngören ve vatandaşının, devletin varlığı için kıymetini takdir eden Avrupa devletleri, hemen her fırsatta vatandaşlarını, kendi kişisel sığınaklarını hazırlamaları, yiyecek içecek, mum stoku yapmaları, (hatta bazıları) silah edinmeleri hususunda bilgilendirip, yönlendirirken, mesela Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu hususta vatandaşını bilgilendirmek, hazırlıklıolmasını sağlamak adına bir şey yapıyor mu?

Yine devletin kudretli yetkilileri, mesela Gazze’ye bebekleri, çocukları, kadınları, yaşlıları öldürmeye giden 4 bin tane TC pasaportlu kripto katil Yahudi’nin ülkede kalan artıklarının, Türkiye’nin savaşa girmesi hâlinde, Gazze’de masumları öldürmek için kullandıkları silahların namlusunu bu milletin çoluk çocuğuna çevirip çevirmeyeceği hususunda bir emniyete sahip olduğundan emin mi?

Devlet, Gazze’de Müslüman avına giden bu kripto katillerin, Türkiye’ye kolaylıkla dönebildiklerinde, olası bir savaşta, Müslümanlığı kağıt üzerinde bile olsa, bu millete merhamet gösterip göstermeyecekleri hususunda bir öngörüye, bir tedbire, bir karşı plana sahip mi?

1919’da İzmir’den Orta Anadolu’ya kadar istila eden Yunan ve Rumların;

1974’e kadar Kıbrıs’taki Rumların;

1984’ten 1989’a kadar Bulgarların;

1992’de Batı Azerbaycan’da Ermenilerin;

1992’den 1995’e kadar Bosna’da Sırpların, Hırvatların, Müslümanlara ve Türklere olan düşmanlıklarının, nefretlerinin, kinlerinin ateşi, günümüzde sönmüş müdür, onlar da bizim gibi normalleşmiş midir?

Gazze’de, Hocalı’da, Srebrenitsa’da, Myanmar’da, Afganistan’da işledikleri cinayetlerin, katliamların aynısını, o fırsatı tekrar yakaladıklarında, Van’daki gibi “SİLAHSIZ”landırılmış bu millete yapmazlar mı?

Bakınız, mesela çok da yakın bir tarihte, TRT muhabiri Fuat Kozluklu, Kudüs’te, yanına yaklaşan ve Türkçe konuşan bir siyonistin dediklerini aktarmıştı; “Siyah giyinmiş bir Siyonist, tam yayına hazırlandığım an, burnumun önüne kadar girdi. Ben ona İngilizce ‘merhaba’ deyince, ‘benimle Türkçe konuş; seni, yarın sabah burada görürsem, tabancamdaki tüm mermileri üzerine boşaltırım.’ dedi. Ben yayına başladıktan telefonunun kamerasıyla beni çekmeye devam etti ve arabasına binip uzaklaşırken, silahını havaya kaldırıp, mermiyi namluya sürdüğünü göstererek gitti.”

İsrailli şarkıcı OferLevi, katil Netanyahu’ya, “Elimizde atom bombası varsa, onları İran’a, Yemen’e, Türkiye’ye at; çünkü onlar bizim düşmanımız.” diye sesleniyor. Bu siyonistin çağrısının, tüm Yahudi halkının görüşünü yansıtmadığını, Yahudilerin esasen Türklere karşı dost canlısı (!) olduğunu düşünüyorsanız, sözlerini, bütün siyonistleribağlayan şu cümleyle bitirdiğini dikkate alın; “Çünkü Tevrat bunu emrediyor.”

https://www.yenisafak.com/video-galeri/dunya/israilli-sarkici-ofer-leviden-alcak-cagri-netanyahu-turkiyeye-atom-bombasi-at-4638051

Yukarıdaki soruyu tekrar soralım; aynısını bize yaparlar mı, yapmazlar mı?

Yaparlar! Çünkü iman ettikleri muharref Tevrat öyle emrediyor.

Sen, dünü Müslüman, bugünü deist, ateist, şamanist olsan, hatta yaşayışta onlara benzesen, onlar gibi inansanbile, onlar senin Osmanlı bakiyesi bir Türk/Kürt olduğunu asla unutmuyorlar; sana karşı kinlerini, düşmanlıklarını hep diri tutuyorlar.

Burada bir soru daha soralım;

Nüfusu azaltmanın en etkili ve radikal yolu savaştır. Kanibalist (yamyam) küreselcilerin, çıkardıkları savaşlarla SİLAHSIZ halkın nüfusunu düşürmeleri ve kan, organ, taze et ve serum hammaddesi olarak hasat edecekleri savunmasız çocuklara erişme imkânı çok daha kolay ve mümkün olacaktır.

Küreselci çetenin, işadamı kılıklı, Türk ismi, soyismi taşıyan Türkiye baronu, “80 milyon nüfus bize büyük bir ayak bağı. 50-60 milyonda kalsaydık, çok daha zengin olurduk.” demişti. Acaba 20-30 milyon insanın topyekûn ortadan kaldırılması için bir yol gösterme olabilir mi bu sözler? 20-30 milyon SİLAHLI insan mı, SİLAHSIZ insan mı daha kolay bir hedef olur? Kampanyalar, eğitimler, medya yayınları, kanunlar, tüm yol ve yöntemlerle, bireysel silahlanma hakkının zihinlerden silinmesinin, “ay ben silah sevmiyorum” ılıklığının bu millete neye mal olduğunu gördük, neye mal olacağını biliyorlar. Var olduğu günden bu yana bu milletin aksesuarı gibi olan silahtan arındırma ile bu yol gösterme arasında bir illiyet olabilir mi?

https://www.haberturk.com/ekonomi/para/haber/1093312-rahmi-koc-80-milyon-nufus-ayak-bagi-dedi

Unutulmamalı ki; bir savaş hâlinde, cephedeki askerlerin arasında “ateist,” sivillerin arasında “bireysel silahlanma karşıtı” olmaz!

Son bir soruyla noktalayalım;

1934 tarihli, 2525 sayılı kanun marifetiyle aramıza karışıp, bizim mintanımızı giymiş, bizimle aynı isim ve soyisimleri kullananbu tür kriptoYahudiler, Rumlar, Ermeniler, bir savaş durumunda ne yaparlar?

İşte bütün bunlar için, Allah’ın önümüze koyduğu tek bir cevabımız var; “Allah’ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah’ın bilip de sizin bilmediğiniz diğer düşmanları korkutmak, caydırmak için silahlı kuvvetler ve besili atlar hazırlayın.”(Enfal 60)

Ezcümle; “Yeniçeri dedemiz gibi her gördüğümüz düşmanı tokat manyağı yapmayacağız tabi ki, ancak bu ülkede, bu milletin, tokat atma hakkını diri tuttuğunu her zaman bilerek yaşamalı düşman!”

-o-

 

 

NELER SÖYLENDİ?
@
Harun Yılmaz

Harun Yılmaz

DİĞER YAZILARI Kayseri’deki Vatan Müdafileri Ne Yapmış Oldular? 7 Ekim, HAMAS ve Türkiyeli Muhafazakârlara Köyümden Bir Bakış... Yirmibeş Kuruşun Hikâyesi... Yine Bir Ramazan, Yine Bir Sahurun Vakti Filistin, İsrail Ekseninde Türkiye... Bizi İsrail Değil, Ebu Ubeyde Mahvedecek! Prof. Dr. Kâbus Süleyman Salih Zoroğlu ve Hucurat 6 Daldan Dala Bir Toplumuz! Pacta Sund Servanda; Ahde Vefa.. Ey İnsan! Sana Verdiğim Evladı İnşa Et! DSÖ’nün Dişine Kan Değdi Bir Kere!-2 Yeni Dünya Düzeni Projesinin Üç Ayağı... Yitik Bir Meziyetimiz; Dürüstlük ve Hakkaniyet Diyarbakırlı Hacının Şeytanla Arkadaşlığı ve Şeytanın İnsana Düşmanlığı... Geldiğimiz Nokta! Allah'ın Teveccüh Ettiği Bir Müslüman Olmak LGBTQ+ Dayatmasına Karşı Aileyi Korumak Müslüman Mahallesinde Domuz Eti Satılıyor mu?-2 Ben, Dr. Orhan Koyuncu; Zırhlı Memurlarla Eşit Can Güvenliği Hakkı İstiyorum.. DSÖ’nün Dişine Kan Değdi Bir Kere -1- Müslüman Mahallesinde Domuz Eti Satılıyor mu? -1- Engelleri Aşanlar, Engeline Takılanlar... Müntehir Enes Kara ve Ülkemin Mal Bulmuş Mağribileri.. Küfrün İhsanı Olmaz.. Müşfik Bir Millet(tik) Biz; Ne Oldu Bize? Zaman Çok Kısa; Ye, İç, Gül, Oyna… Bir Daha mı Geleceksin Dünyaya? Koronavirüs, Hastalık Değil, Servetin El Değiştirmesi Aracı Olabilir mi? Sahurun Vakti.. Abid Özmen, Sevda Kuşun Kanadında ve Bilderberg Toplantısı Her İnsan, Yapmadığı Tüm İyiliklerin Suçlusudur* Ziyanda Olan Kitlelerdir, Şahsiyetler Her Zaman Kazanır Yine Bir 24 Kasım Daha Geldi... Conseil Français Du Culte Musulmane veya Müslümanların Birlik Sorunu Türkiyeliler Defolsun! Baba Ne İşe Yarar?* Toplumsal Cinsiyet Eşitliği - STK'lar Uyanıyor mu? Atam Lut Gibi Bir Mürteciyim Ben! Dünyanın Öbür Ucundaki Kardeşlerimizin Ayağına Diken Battı LGBT’nin Onur Yürüyüşü İnsan Birey midir, Şahsiyet midir? Dilin Kavramsal Bütünlüğünün Bozulması Hac mı, Panayır mı? İnsan Bu! Yaprak Misali: Ya Şimale Savrulur Ya Kıbleye Eğilir! Pacta Sund Servanda İdam Cezası Neden Getirilemez? Sırat Köprüsü Nerededir, Bilir Miyiz?
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA
xslot trbet tarafbet orisbet betturkey betpublic bahiscom betebet betlike mariobet betist 1xbet trendbet istanbulbahis zbahis royalbet betwild alobet aspercasino trwinbetonred bizbet