Sıradan bir İranlı genç kızı bir medya imparatorluğunun muhabirinden 20 kat daha fazla içerik konusu yapan şey sadece ve sadece jeopolitik hedefler için taşıdığı kullanım değeridir.
Günümüzde dünyadaki toplumsal olayların karakterini anlamak özellikle de bir gazeteci veya sosyal bilimler araştırmacısı için oldukça kolaylaştı.
Bilgi ve enformasyon teknolojisi, neredeyse çeviri sorununu dahi ortadan kaldırdığı için bir gazeteci veya sosyal bilimler araştırmacısına araştırma konusuyla ilgili sınırsız bilgi sunuyor.
Ancak bir toplumsal olayın karakterini, dinamiklerini ve yaratacağı muhtemel sonuçları anlama çabasında, artık çoğu zaman mesleki veya akademik motivasyonlar değil, jeopolitik ihtiyaçlar belirleyici.
Bu yüzden de jeopolitik çatışmalarda kullanım değeri olan bir olayla ilgili olarak sınırsız içerik üretilmesi teşvik edilirken; jeopolitik çatışmalarda kulanım değeri olmayan yahut tersine kullanımı olan aynı olay, tek haberle geçiştirilir.
Dolayısıyla niteliğinden bağımsız olarak üretilen içeriğin adedi bile bir olayın jeopolitik kullanım değeri konusunda fikir verir.
Filistinli Şirin Ebu Akile ile İranlı Mehsa Emini’nin ölümleri hakkında dünyada üretilen haber, analiz vs. içeriklerini sadece miktar ve hacim olarak kıyaslamak bile bu iddiayı desteklemek için yeterli.
İkisi de kadın, ikisi de hayatını kaybetti; ancak biri Filistinli diğeri İranlıydı.
Şirin Ebu Akile, el-Cezire gibi bir medya imparatorluğunda çalışan bir muhabirdi.
Mehsa Emini ise öldüğü güne kadar hiç kimsenin tanımadığı sıradan bir İranlı genç kızdı.
Şirin Ebu Akile, muhabir olarak işinin başındayken ırkçı İsrail rejimi polisi tarafından doğrudan nişan alınarak silahla öldürüldü.
Mehsa Emini, polis tarafından göz altına alındıktan sonra götürüldüğü seminer salonunda geçirdiği kriz nedeniyle öldü.
Şirin Ebu Akile bir Hıristiyan, Mehsa Emini ise bir Müslümandı.
Ancak bu yazının yazıldığı an itibariyle Mehsa Emini’nin ismini İngilizce yazımla ‘Mahsa Amini’ olarak arattığınızda Google’da 22 milyon 400 bin; Ebu Akile’yi ise yine İngilizce yazımla ‘Shireen Abu Akleh’ diye yazarak arattığınızda 1 milyon 230 bin sonuç buluyorsunuz.
Şirin Ebu Akile, Mayıs 2022’de öldürüldü; Mehsa Emini, ise geçtiğimiz ay öldü.
Sıradan bir İranlı genç kızı bir medya imparatorluğunun muhabirinden 20 kat daha fazla içerik konusu yapan şey sadece ve sadece jeopolitik hedefler için taşıdığı kullanım değeridir.
- Başka ülkelere askeri müdahaleler açısından Amerika ile Rusya’yı,
- Operasyonlardaki sivil ölümleri açısından Amerika ile Suriye’yi,
- Başka ülkelerin iç işlerine müdahaleleri açısından Amerika ile Rusya’yı veya İran’ı,
- Güvenlik politikaları, toplumsal denetim ve basın sansürü açılarından İsrail rejimi ile Suriye veya İran’ı,
- Kadına yönelik baskı açısından Suudi Arabistan ile İran’ı,
- Fırsat eşitliği ve siyasete katılım kanallarının açıklığı bakımından liberal demokrasilerle sosyalist ülkeleri veya sosyal devletleri,
- Polis şiddeti bakımından Amerika ile İran’ı vs. kıyasladığınızda da benzer sonuçlarla karşılaşmanız kaçınılmaz.
Üretilen içeriklerin miktarındaki bu açık üstünlük, verilen mesajların yönü konusunda de geçerli.
Yani aynı konuyu Amerika ve müttefiklerinin jeopolitik hedefleri doğrultusunda sunan içerikler karşıtından hem çok daha fazla hem de çok daha yönlendirici.
Peki neden Amerika ve müttefiklerinin jeopolitik çıkarları yönünde kullanım değeri taşıyan olaylara ilişkin yazılı, görsel, işitsel içerikler bu çıkarlara uymayan veya onlarla çelişen olaylara kıyasla çok daha fazla?
Kuşkusuz gazetecilerin, akademisyenlerin, yazarların, sanatçıların çoğunun satın alınmış olmasından dolayı değil.
Elbette satın alınmış olan yahut pazara girmek için göz doldurmaya çalışan çok sayıda kişi var.
Ancak sadece Emini ile Ebu Akile konusunda üretilen içerik sayısı arasındaki 20 katlık fark bile gösteriyor ki ne satın alanların harcayacak bu kadar çok parası var; ne de satın alınanlar bu paraya değer.
Zira çoğu zaten bu enformasyon ve propaganda cephesinin gönüllüsü ve gerçekten ideolojik olarak Amerikan karşıtı olanlar dahi bu cepheye gönüllü olarak seferber olabiliyor.
Karşıtlarını dahi kendi cephesi için seferber edebilmenin artık klişe haline getirilmiş bir formülü var.
Her savaş bölgesi için muhatabınızın ideolojik hassasiyetlerini kışkırtacak bir anlatı oluşturmak, bunun en pratik formülü.
İşte bu formül sayesinde örneğin İslamcılar Suriye’de İsrail çıkarları için, liberaller Lübnan’da Suudi çıkarları için, solcular İran’da Amerikan çıkarları için, Yahudiler Ukrayna’da Naziler için (yahut tersi) seferber oluyor.
Suriye’de ‘alevi rejimine karşı Sünni mazlumluğu’, Lübnan’da ‘militarizm karşıtlığı’, İran’da ‘dinin sosyal ve siyasal hayattaki belirleyiciliği’, Ukrayna’da ‘Rusya emperyalizmine direnen Ukrayna’ anlatısı İslamcıları, liberalleri, solcuları veya İsrail rejimini ilgili cephelere seferber etmeye yetiyor.
Ancak bu zıt ideolojik tarafların aynı cephede gönüllü olmasına da zarar vermiyor.
Çünkü dünyanın her ülkesinde olduğu gibi bu hedef ülkelerde de uydurulacak anlatıyı üstelik de çeşitlendirerek destekleyecek yüzlerce iç sorun var.
Mesela Suriye’deki rejimin Aleviliğiyle ilgilenmeyecek olan bir liberali bu cepheye gönüllü kılmak için diktatörlük anlatısı da yedekte.
Elbette Suriye demokrasi cenneti değildi de Suriye’ye demokrasi götürme gerekçesiyle savaşı destekleyen hangi bölge ülkesi demokrasiden eser taşıyordu?
Ancak 2011 atmosferinde hangi liberal Suriye’den daha ilkel Amerikan müttefiki diktatörlükler olduğuyla ilgilenecek ve neden Suriye’de olması gereken değişimin oralarda da olmadığını sorgulayacaktı?
Dinin sosyal hayatta belirleyici olması gerektiği aslında İslamcının ideolojisiydi; ama ‘İran bir Şii molla rejimi’ olduğu için İslamcı ile solcunun aynı cephede omuz omza olmasının zararı yoktu.
İran’ın devrim liderlinden genelkurmay başkanına kadar üst düzey yetkililerinin birçoğu Azeri’ydi ve Azeriler de Şii’ydi; ama ‘Türklük gurur ve şuuru’, İran’a karşı şimdi ‘Sünni kardeşinin’ yanında olmayı gerektiriyordu!
Evet Ukrayna’da Naziler vardı ve NATO yayılmacılığı söz konusuydu; ama solcular Rusya’da da ‘Putin’in oligark rejiminden’ yana olamazdı!
Hizbullah, silahını hiçbir zaman içeri doğrultmamıştı; ama devletten başkasında silah hiç olacak şey miydi? Zaten Suriye rejiminin yanında savaşmıştı, İslamcıydı ve üstüne üstlük bir de Şii’ydi.
Dolayısıyla İslamcıların ve solcuların da Lübnan’da liberallerin, Siyonistlerin ve Suudilerin yanında saf tutmasını zorunlu kılıyordu!
Peki zıt taraflar, aynı konuda her zaman zıt sonuçlara mı ulaşmak zorunda? Zıt görüşte de olsa aynı şeye bakan farklı insanların aynı sonuçlara varması imkansız mı?
Elbette hayır tam aksine ideolojik tercihleri gereği zıt taraflarda yer alacak olsalar da zıt görüşteki insanların aynı olayla ilgili aynı sonuçlara ulaşması kaçınılmazdır.
Çünkü bu nesnel bir durumdur bir dağa bakan iki zıt görüşteki birinin onu dağ diğerinin ise deniz görmesi akla ve gerçekliğe aykırıdır. Ancak tatil için dağa veya denize gitmek bir tercih meselesidir.
Bu durumda Suriye’de, İran’da Lübnan’da ve Ukrayna’da zıt tarafların aynı sonuca varması ve aynı safta durması doğal değil midir? Zıt tarafların aynı gerçeklikle ilgili aynı sonuca ulaşması doğal olsa da bu sonucun onları aynı safta birleştirmesi doğal değildir..
Dolayısıyla zıt tarafların aynı yerde durmasının arkasında dışsal sebepler aramak komplo teorisi değil gerçeği bulma çabasıdır.
Bu ülkelerde yaşanan olaylarla ilgili olarak zıt ideolojik tarafların aynı sonuca ulaşması, o olayların kendi nesnel gerçekliğiyle değil, yazının başında dikkat çekildiği üzere jeopolitik çelişkilere dayalı bir kurgusal anlatıyla öğrenilmesinden kaynaklanıyor.
Gerek kurgusal anlatı gerekse nesnel gerçeklik aslında zıt tarafları değil sadece benzer tarafları aynı safta topluyor. Ancak kurgusal anlatının yerine nesnel gerçeklik hakim olduğu zaman kandırıldığı için yanlış safta duranlar doğru safa geçiyor.
Örneğin 2011’de “Suriye’de Alevi diktatörlük rejimine karşı halkın demokrasi mücadelesi var” şeklindeki kurgusal anlatıya inanan Hamas, Suriye’yi arkadan hançerlemişti.
2022’de Suriye’nin Amerika ve müttefiklerinin jeopolitik heveslerine teslim olmadığı için bu savaşın hedefi olduğu gerçeğini anladığı için Suriye’ye geri döndü.
Hizbullah’ın Lübnan’da sivil, demokratik ve taifeci olmayan bir devlet yaratmak için değil, İsrail’in önündeki caydırıcılığın kaldırılması için silahsızlandırılmak istendiği gerçeği görülürse İslamcı ile solcu, liberallere katılıp Suudi ve İsrail safında birleşebilir mi?
Rusya, emperyalist heveslerini gerçekleştirmek için değil, NATO’nun Kiev rejimini kullanarak emperyalist emellerini gerçekleştirmesini önlemek için Ukrayna’ya askeri müdahalede bulunuyor. Peki bu gerçeklik karşısında emperyalizm hassasiyeti olan hangi kesimler ‘tarafsızlığı’ tercih edebilir?
İran’da bir “kadın özgürlük hareketi” değil, Yemen’de, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da ve Filistin’de projeleri İran’ın direnişiyle karşılaşan tarafların bir hibrit savaş denemesi var.
Yemen, Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’de neler olduğundan zerre kadar haberi olan hangi solcu, İslamcı, hatta ulusalcı bu savaşın militanı olur?
Nesnel gerçekliğin değil kurgusal anlatının hakim olması, içerik üreteceği konuyla ilgili bilgi değil akılverenler sayesinde mümkün olabiliyor.
Cevabı Wikipedia'dan bulunabilecek sorular sormak için ‘uzman’ konuk eden gazeteci, Wikipedia düzeyinde dahi bilgi vermeyen 'uzman' konuğunun 'büyük ifşaatlarını' gözlerini dört açarak hayret makamında dinliyor.
Ama söz sırası kendine gelince konu edindiği ülkeye dair ‘…lazım’ veya ‘…gerekli’ ile biten cümleler kuruyor.
Bu sınıftakilerin büyük çoğunluğunu ya liberaller yahut hayatlarının bir döneminde belirli bir ideolojinin propagandisti olan; ancak şimdi kendi ideolojisi de dahil olmak üzere hiçbir ‘değer’i olmayanlar oluşturuyor.
Bunlar bir dönem mensubu bulundukları ideolojileri bilerek değil, ikna edilerek benimsemiş kişiler oldukları için yeni inançlarının ömrü de yeni bir iknaya kadar oluyor.
Kendilerinin hiçbir kırmızıçizgisi olmadığı için başkalarının kırmızıçizgilerini küçümsemekte bir sakınca görmüyorlar.
Ne zihinsel arşivleri ne fikri takipleri var; içerik ürettikleri konuyla ilgili okumaları gündemle sınırlı; ama ‘bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler’ temalı öğütleri ve talimatları sınırsız.
Afganistan 2001’de, Irak 2003’te, Libya 2011’de, Suriye 2012’de, Yemen 2015’te doğrudan savaşların hedefi oldu.
Afganistan 20 yıl sonra tüm maddi ve insani altyapısı yok edildikten sonra işgalden kurtuldu.
Irak, Suriye ve Yemen işgal altında direniş mücadelesi veriyor. Libya 10 yıldır belirsizliği aşabilmiş değil.
Venezüella, Küba, İran, Rusya, Kuzey Kore hibrit savaşla uğraştırılıyor ve gerçek savaşla tehdit ediliyor. Yolsuzluklar, yönetim zafiyetleri, toplumsal sorunlar, tabi ki var; ama bunlar bağımsız kalmaya çalışmanın yan ürünleri.
Zira yaptırımları aşmak yasadışı yollarla mümkün ve yasa dışı yollar şeffaflığı ortadan kaldırıyor, şeffaflığın ortadan kalkması ise yolsuzlukları ve diğer sorunları doğuruyor.
Elbette bahsi geçen sebepler, doğurduğu sorunları ne mazur kılıyor ne de önemsizleştiriyor. Fakat bu ülkelerde yaşanan bir toplumsal olayın mevcut sorunlara doğal tepki olduğunu ispat da etmiyor.
Çünkü bu sorunların varlığı, bu ülkelerde rejim devirmek için bütçe ayıran ve bunu da resmi olarak açıklayan dış güçlerin hibrit savaşını ne gerçek dışı ne de komplo teorisi yapıyor.