Bilgi diktatörlüğünün batı medeniyetinin eline geçip bir silah olarak kullanılmasıyla bizdeki bilgi-irfan mekteplerinin çöküşü aynı tarihe denk gelmektedir.
1492 yılı önemli bir tarihtir.
Günümüzün eğitim kurumlarından yetişmiş,şimdi okutulan tarih kitaplarıyla yetişmiş olanlara sorduğumuzda güç de olsa alacağımız cevap: Kristof Kolomp’un Amerika'yı keşfetmesi olacaktır. Elbette bu keşif çok önemlidir. Ancak bizim açımızdan en önemli cevap:1492 yılı Müslüman Arapların 800 yıl süreyle ellerinde tutup Endülüs Devletini kurdukları İspanya'daki hakimiyetlerinin sona ermesidir. 711 yılında,Tarık Bin Ziyad komutasındaki 12.000 kişilik Müslüman ordu, Vizigot Krallığı tarafından yönetilen, o anda iç karışıklıklar yaşayan bölgeyi fethetmişlerdir. O günkü orduyu ve ruh durumlarını anlamak için Tarık Bin Ziyad’ın fetihten sonra askerlerine yaptığı konuşma önemliydi:
“Askerlerim! Gördüğünüz gibi önünüz düşman arkanız deniz. Sığınacak hiçbir yeriniz, sabretmekten başka çareniz yok. Düşman bütün gücüyle üzerimize gelecek. Dahası teçhizatları ve yiyecekleri bizimkilerden daha fazla. Oysa bizim kılıçtan başka silahımız, düşmanın elinden alacağımız ekmekten başka bir yiyeceğimiz yok. Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşımızda duruyor. Eğer ölümden korkmazsanız zafere ve Allah’ın size vaat ettiklerine ulaşabilirsiniz. Şunu iyice biliniz ki, bu savaşta benim sizden hiçbir farkım yok. En ucuz malın can olduğu bu pazara sizlerden önce kendi canımı sürüyorum. Canınızı düşünerek kaçmayınız. Zira hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz.”
Büyük zorluk ve fedakarlıkların yaşanmasından sonra Kurtuba merkezliğinde, Avrupa’da kurulan Edülüs Evevi Devleti 781 yıl ayakta kaldı. Bilime, sanata değer verdi. Hristiyanlar, Yahudiler ve farklı etnik yapılar esenlik içinde yaşadılar. Kurulan kütüphanelerde 400.000 cilt kitap yer aldı. Avrupanın kültür merkezi konumuna gelen Kurtuba birbirinden gösterişli yapılara kavuştu.
1492 ye gelindiğinde bu kez iç karışıklıklar, yöneticilerin çağı ve coğrafyayı yeterince okuyamamaları nedeniyle Endülüs Emevi Devletinin sarayında idi.
Bu güçlü medeniyetin sonu, tıpkı orayı fethederken orada yaşanan iç karışıklıkların benzerini kendileri yaşarken geldi. Yüzbinlerce Müslüman katledildi, yüz binlercesi zorla din değiştirdi, sürgünler, gasplar, kütüphanelerin yakılması, bazı eserlerin çalınıp batı medeniyetinin kurulmasında kaynak olarak kullanılması tarihin tanık olsduğu acı olaylardandır.
Bu deneyimleri yaşamış olan islam medeniyeti, Avrupa’da ulaştığı, görkemli medeniyetin en önemli sebebinin her türlü bilginin özgürce tartışılabildiği, üretilebildiği, farklılıkların zenginlik sayıldığı gerçeğini neredeyse günümüze kadar bir daha hatırlamadı.
Bilgi diktatörlüğünü elinde tutan batı medeniyeti, bu gücü sayesinde üretim araçlarını ve üretim usullerini de, pazarlanmasını da, geliştirilmesini de elinden bırakmıyor. Diğer medeniyetler, ancak bilgi diktatörlerinin izin verdiği ölçüde bu alanlara girebiliyorlar.
Bizdeki durum maalesef diğer islam beldelerinden biraz önde ise de pek iç açıcı değil.
Türkiye’deki sağ partiler uzun yıllardan beri; Ezan, bayrak, yerli, milli, yol, köprü, baraj… beton diyerek seçim kazanıyor.
Sol partiler de emek, adalet, kadın ,çevre diyerek kaybediyor.Söyle bir silkinsek te dünyadaki değişimlere baksak .Tarımda, sanayide, bilimde, dijital dünyada neler oluyor diye...
Yüksek teknolojili ürün üretimi belirliyor artık ülkelerin gücünü.
Çin, Japonya, Hindistan, Kore artık dünya devleri. Dünyayı bizden iyi okuyorlar. Farkı, farkedip, üretimlerini ve bu süreçlerde çalışacak insanların eğitimlerini bu değişime göre düzenliyorlar.
Gösterişli binalar, kuleler ,super köprüler değil süper bilgilerle donatılmış insanlara yatırım yapıyorlar.
"Ders alınsaydı hiç, tekerrür eder miydi tarih"