DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Abdurrahman Kılıç
Abdurrahman Kılıç
Giriş Tarihi : 30-11-2015 13:10

Bediüzzaman’ın bilgi anlayışında; İnsanın Bilgi Araçları

Bir önceki yazıda Bediüzzaman’ın ( r. aleyh) insan ve bilgisi ile ilgili fikirlerini paylaşmıştık. Burada, Bediüzzaman’ın ( r. aleyh)  İnsanın bilgi kaynakları ile ilgili fikirlerini aktaramaya çalışacağız.

İnsan bilgilerini nasıl elde eder? Algı kaynakları nelerdir? Bu bilgilerin gerçeklik oranı nedir? Hangi algı organları ile alınan bilgiler güvenilirdir?

Felsefeciler arasında insan düşüncesi ve insan bilgisi ile ilgili farklı görüşler olduğu gibi, insanın bilgi kaynakları ile ilgili de farlık görüşler vardır.

İnsanın bilgi kaynakları ile sorularda varlık ile ilgili sorulardan bağımsız değildir. Varlığı maddeden ibaret görenler insanı da bedene, bilgi kaynaklarını beş duyuya indirger. Evreni tecelli olarak görenler için bilginin tek kaynağı kalptir.

İslam Düşünce tarihinde mutasavvıflar, kelamcılar, filozoflar, ilk dönemlerde bu konuda keskin fikir ayrılığı içindeydi. Kimisi aklı, kimisi vahyi, kimisi kalbi öncelemişti.

Bir eşyanın bir bölümü tamamını ifade etmez. Bütünün parçası bütünün yerini tutmaz. Bu hal, bilgi için de aynıdır. Bilginin sadece bir bölümü tüm hakikatleri, gerçekleri içermez.

Akıl eşya ile ilgili tüm gerçekleri algılayamaz. Dolayısıyla eşyayı sadece akılla algılamaya, anlamaya çalışan filozofların eşya ile ilgili bilgilerinin tam olduğu söylenemez. Anı şey evreni, hakikat ilmini sadece kalple arayanlar içinde geçerlidir.

Hakikatin bir parçasını önceleyen felsefi ekollerin insanın bireysel ve toplusal hayatını kuşatacak bir yaşam sistemi oluşturmaları da mümkün olmaz. Sadece mutasavvıfların bilgi anlayışları ile bireysel ve toplumsal hayatı düzenleyecek bir sistem üretmek mümkün değil. Bu bilgi ile bir medeniyet inşa etmek tasavvur bile edilemez.

İslam Düşünce Tarihinde, süreç içinde bilgi kaynakları ile ilgili fikirlerde de diğer ilimlerde olduğu gibi, sentezci bir anlayışa doğru gidilmiştir. Aradaki keskin farklılıklar törpülenmiş, görüşler birbirine yaklaştırılmıştır.

Artık, Bediüzzaman’ın ( r.aleyh ) paragrafları ile Onun bu konudaki fikirlerini aktaralım.

"… Üstad-ı hakikî Kur'an'dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur." diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garib bir tarzda sülûke başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu manevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazalî (R.A.), Mevlâna Celaleddin (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrakın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun ki, Kur'an'ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. “ [1]

Paragrafta Üstad ( r.aleyh) bir tecrübesini anlatıyor. Bunalımlı bir düşünce dönemi sonun da, problemin çözümünün Kur’an-ı Hâkimde olduğuna işaret ediliyor Kur’an-ı Hakimin tevhidi hayatın tüm alanlarında hakim kıldığı gibi, bilgi konusunda da hakim kıldığını ifade ediyor. Allah insanda her yeteneği belli gayeler için yaratmıştır. İnsanda gereksiz veya fazladan bir organ yoktur. İnsan tüm organlarını tevhidi bütünlük ve denge içinde kullanmalıdır. Kur’an- Hakimin irşadıyla aklın ve kalbin beraber süluku ile hakikate ulaştığını ifade ediyor.   Evren hakkındaki tam ve kâmil bilginin bu algı organlarının tümünün kullanılması ile elde edileceğini vurguluyor.  

“ Mevlâna Celaleddin (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) ve İmam-ı Gazalî (R.A.) gibi, akıl ve kalb ittifakıyla gittiği için, her şeyden evvel kalb ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını te'mine çalışıp, lillahilhamd Eski Said Yeni Said'e inkılab etmiş.” [2]

İnsanın, kâmil insan olması için sahih bilginin öneminin vurgulandığı bir paragrafla karşı karşıyayız. Hem evhamlardan kurtulmak hem de aklın ve kalbin ve ruhun afetlerden korunması için bu vasıtalarla elde edilen sahih bilgilerin önemi vurgulanıyor. Sadece kalple yetinenler evhamları defedemezler. Sadece akılla yetinenler de ruhun ve kalbin yaralarını tedavi edemez. İnsan akıl ve kalbin ittifakı ile bütünlüğünü koruyup tüm hastalıklarını tedavi edebilir.

“ Risale-i Nur; hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır; hem nefsi müsahhar eder. Bunun içindir ki; yalnız akılla giden ehl-i mekteb ve ehl-i felsefe, ve kalb yoluyla giden ehl-i tasavvuf, Risale-i Nura sarılıyorlar. Ve ehl-i mekteb ve felsefe anlıyorlar ki, hakiki münevverlik; akıl ve kalb nurunun mezciyle kabildir. Yalnız akılla gitmek, aklı göze indiriyor. Bu hal ise, bir kanadı kırık olanın mahkûm olduğu sukutu netice veriyor İhlâslı, hâlis ehl-i tasavvuf idrak ediyor ki, demek zaman eski zaman değildir; böyle bir zamanda, hem kalb ile, hem akıl ile bizi hakikat yolunda götürecek ve hakikata vâsıl edecek Kur'ânî bir yol lâzımdır ki, biz zülcenaheyn olabilelim.”  [3]

O dönemde ki talebelerin risaleleri anlayış tarzını ortaya koyan bir paragraf.

“İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhani ve Kur'ani bir tarzda akıl ve kalbin imtizaciyle hakkalyakin derecesinde bir kuvvet ile zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakin ile hakaik-ı imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol, Risale-i Nurun esası, mayesi, temeli, ruhu, hakikatı olduğunu has talebeleri görüyorlar.”  [4]

“Bil, ey gafil, müşevveş Said! Cenâb-ı Hakkın nur-u marifetine yetişmek ve bakmak ve âyât ve şahitlerin aynalarında cilvelerini görmek ve berâhin ve deliller mesâmâtıyla temâşâ etmek iktiza ediyor ki, senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen herbir nuru tenkit parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme. Sana ışıklanan bir nuru tutmak için elini uzatma. Belki gaflet esbabından tecerrüd et, onlara müteveccih ol, dur. Çünkü ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri, bürhanları üç çeşittir:

Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.

İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkitle el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.

Üçüncü kısım ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesîfi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.”[5] 

Bediüzzaman ( r.aleyh) bölmeye kıyamadığım uzun paragrafta bilgi nazariyesine yeni boyutlar katıyor. Su, hava ve nura benzettiği üç farklı ilim türünden ve bunların elde edilme şartlarından bahsediyor. İlmin bazı türlerinin hazır bulunan ruh ve kalple elde edileceğini ve insanın kendini bu hale hazırlaması gerektiğini belirtiyor. Bu hazırlık elbet manevi arınma, dünya telaşından azadelik, nefsin arzuları peşinden koşmaktan kaçınma v.b. nefis terbiyesinden sonra gerçekleşebilir. İlmin bir türü ise basiret nuru ile avlanabilecek bir nur şeklinde tanımlanıyor. Bu ilmi telakki için önce basiretin nurlanması gerekiyor.

Bu ilim türü insanın kendini tanıması ve arındırması, insanın kendini bu ilmi almaya adaması ve hazırlaması sonucu Allah’ın kalplere, ruhlara, basiretlere ulaştıracağı bir ilim türü.

“İ'lem eyyühe'l-aziz! Aklım yürüyüş yaparken, bazan kalbimle arkadaş olur. Kalb zevkiyle bulduğu şeyi akla veriyor. Akıl berveçh-i mutad, bürhan şeklinde bir temsille ibraz ediyor.”[6] 

Akıl ve kalbin ortak çalıştığında birbirini nasıl tamamladığı belirtiliyor. Kalb,  aklın algılayamayacağı, hissedemeyeceği gerçekleri hissedip akla veriyor. Akıl ise misallerle daha da somutlaştırıyor. Aki delil şekline dönüştürüyor.

“Hem Risaletin-Nur, sâir ulemânın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders verip hakikat ile ve evliya misillü yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor; Belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh vesâir letâifin teavünü ayağıyle hareket ederek evc-i âlâya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar; hakaik-ı îmâniyeyi kör gözüne de gösterir.”[7]

Bu paragrafta ise hem diğer âlimlerden kendi farkını vurguluyor hem de ilim vasıtalarına yenilerini ekliyor.  Latifelerden ve onların ulaşabileceği ilimlerden bahsediyor.

“ Demek, Kur’an’dan gelen o Sözler ve o nurlar, yalnız akli mesail-i ilmiye değil, belki kalbi, ruhi, hali mesail-i imaniyedir. Ve pek yüksek ve kıymetdar marifet-i ilahiye hükmündedir.”[8]

“Çünkü: yazılan sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şahadettir, şuhuddur; taklid değil, tahkiktir; iltizam değil, izandır; tasavvuf değil, hakikattir; tasavvuf değil, hakikattir; dava değil, dava içinde burhandır.”[9]

İnsan-ı Kamillerin Efendisi  (S.A.V. ) dualarının birinde, Rabbim der :” Bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster.”. Hak – Batıl mücadelesinin ferdi ve toplumsal sahnelerinde insanın aldanmaması, aldatılmaması, yenilmemesi için buna ihtiyaç var. En büyük düşman doğru yola oturmuş uyumaksızın, durup dinlenmeksizin ayakları kaydırmaya çalışıyor. Onun yoldaşları da, her şeyleri dünyayı kaybetmemek için işbirliği yapıyor.

Bu ortamda insanları kurtaracak tek şey hak ve batılı ayıracak sahih bilgi. Nefsini aklına ve kalbine musahhar kılacak sıcak ve ikna edici, şeytanın ve dostlarının süslü ve aldatıcı fısıltılarını, sloganlarını, büyülerini etkisiz kılacak, dünyayı değiştirme gücü ve azmi verecek insanı tüm yönleri ile harekete geçirecek hikmet, irfan, basiret, feraset, yakin,  v.b. içeren bilgi.

Çevremize, bölgesel ve evrensel düzeyde bir bakın. Müslümanların içinde bulunduğu durumun en önemli nedeni sizce nedir?


[1] Risale-i Nur Külliyatı,  Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt II, Mesnevi- Nuriye,  Sf.1277

 

[2] Aynı Eser

[3] Risale-i Nur Külliyatı,  Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt II, Tarihçe- i Hayat,  Sf.2229

[4] Risale-i Nur Külliyatı,  Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt II, Sikke-i Tasdik- i Gaybi

[5] Risale-i Nur Külliyatı,  Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt I, Lem’alar,  Sf.650

 

[6] Risale-i Nur Külliyatı,  Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt II, Mesnevi-i Nuriye,  Sf.1366

[7] Risale-i Nur Külliyatı,  Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt II, Kastamonu Lahikası,  Sf.1574

[8] Risale-i Nur Külliyatı,  Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt I, Mektubat,  Sf.516

 

[9] Risale-i Nur Külliyatı,  Bediüzzaman, Nesil yay. Cilt I, Mektubat,  Sf.527

NELER SÖYLENDİ?
@
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA