DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Abdurrahman Kılıç
Abdurrahman Kılıç
Giriş Tarihi : 05-01-2014 23:05

Bediüzzaman (R.Aleyh) Gözüyle Şiiliğin Kaynağı

        Coğrafyamız çok uluslu, çok taraflı kirli savaşların odağı haline geldi. Evrensel şebeke ve yerli ortakları yeni sömürü düzenlerini kurmakla meşguller. Yeni düzenin üzerine kurulması için bazı harita değişikliklerinin ve düzenlerinin devamı için yeni haritadaki halklar arsında düşmanlık ve ihtilaf alanları oluşturulması gerekiyor.

     Yıllardır bölgede bulunan ve bölge halklarının hassasiyetlerini iyi bilen küresel sömürgeciler hedeflerini nasıl perdeleyebileceklerini, halkları nasıl parçalayacaklarını, aralarına nasıl kin ve düşmanlık sokabileceklerini, kimlerle işbirliği yapabileceklerini çok iyi biliyorlar.

    Bölge halkları aynı delikten defalarca zehirleniyor.

    Küresel sömürgeciler ve yerli ortakları küresel sömürü düzenlerini kurmak, halkları düşmanlaştırmak için her kozu, halkların tüm zaaflarını kullanıyorlar.

    Küresel çete ve yerli ortakları da insanlık tarihi boyunca sömürgecilerin ve diktatörlerin sömürü için kullandıkları tüm araçları kullanıyorlar. Dün olduğu gibi bu gün de en çok kullanılan araç maalesef genelde din özelde ise mezhepten başkası değil.

      Savaşların asıl sebebinin mezhepmiş gibi algılanmasının sebebi böyle bir algı oluşturulmasına gayret edilmesi ve sürekli propagandanın bu yönde yapılması sebebiyledir.

    Mısırda silahlı selefiler ile silahsız selefiler, her iki selefi grup ile ihvan Sünni oldukları halde karşı karşıya. Tunus aynı durumda.

    Afganistan’da, Pakistan’da çatışmaların iki tarafı da Sünni. Libya, aynı durumda.

   Sadece Lübnan Irak ve Suriye’de çatışma denklemine Şiiler dolayısıyla mezhebi görüntüler giriyor.

   Bu bölgelerde de çatışan taraflar Sünniler ve Şiiler olarak blok halinde ayrışmış değil. Aynı mezhepten olup kendi aralarında savaşan alt gruplar bulunduğu gibi Şiilerle beraber hareket eden Sünniler de bulunmakta.  

    Ancak, sanki savaş Sünnilerle Şiiler arasında imiş gibi bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Maalesef hem ülkemiz basın- yayın araçlarında, hem sosyal iletişim araçlarında bu algıyı güçlendirecek, derinleştirecek yazı, görüntü, video yayınlanmakta. Mezhebi farklılıklar, günümüz çatışmaları ve savaşlarının konu edildiği film ve dizilerde ele alınarak, çatışmaların bir parçası gibi algılatılmakta.

   İnsanoğlu savaş zamanlarında taraftar toplamanın en kestirme yolunun kutsal değerleri kullanmak olduğunu erken zamanlarda öğrendi. Kutsal değerlerin en etkili olanının din olduğu tartışma götürmez. Düzenbazlar her hamlelerinde Mushaf’ı mızraklarının bayrağı yaptılar.  Allah (c.c.) bu nedenle insanoğlunu “düzenbazlar seni Allah’ın adını kullanarak aldatmasın.” diye uyardı, erken zamanlarda.

    Allah’ın (c.c.) uyarılarını can kulağı ile dinlemeyenler aynı fitne ateşinin içindeler maalesef. Küresel eşkıyalar ve yerli ortakları iktidarları ve sömürüleri için bir kez daha kutsal değerlerin en kutsalını kullanıyor.

     Özgürlük, demokrasi, eşitlik, adalet, din, mezhep v.b. değerler adına en vahşi, en kirli savaşlar yapılıyor. Bölgeye oluk oluk silah akıyor. Karşılığında daha fazla kan akıyor. Savaşlar en küçük birimlere kadar yayılıyor.

    Daha önceki yazıda Müslümanların ihtilaflar ve görüş ayrılıkları ile ilgili tavrını değerlendirmeye çalışmıştım. Şimdi mezhebi ihtilaflarda Müslümanların tavrını değerlendirmeye, bölgemiz büyük âlimlerinden Bediüzzaman’ın  ( r.aleyh) konu ile ilgili görüşlerini aktararak gayret edeceğim.

     Bediüzzaman’ın ( r.aleyh) ehl-i beytin konumu ile ilgili görüşlerine geçmeden önce genel anlamda Kur’an-ı Kerim ve Sünnetin farklı yorumlanması ile ilgili çerçevesini hatırlamakta yarar var. Öncelikle, dini metinler, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet farklı yorumlanmaya müsait bir yapıdadır. Aşağıdaki paragraf, dini metinlerin bu yapıda kurulmasının sebebini açıklar.

     “Madem Kur'an bir hutbe-i ezeliyedir. Hem muhtelif, tabaka tabaka olarak asırlar üzerinde ve arkasında oturup dizilmiş bütün benî-Âdeme hitap ediyor, ders veriyor. Elbette o muhtelif efhama göre müteaddid manaları dercedip irade edecektir ve iradesine emareleri vaz'edecektir.

     Evet, "İşarat-ül İ'caz"da şuradaki manalar misillü kelimat-ı Kur'aniyenin müteaddid manalarını İlm-i Sarf ve Nahv'in kaideleriyle ve İlm-i Beyan ve Fenn-i Maânî'nin düsturlarıyla, Fenn-i Belâgat'ın kanunlarıyla ispat edilmiştir.

     Bununla beraber ulûm-u Arabiyece sahih ve usûl-i diniyece hak olmak şartıyla ve Fenn-i Maânîce makbul ve İlm-i Beyanca münasib ve belâgatça müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usûl-üd din ve ehl-i usûl-ül fıkhın icmaıyla ve ihtilaflarının şehadetiyle Kur'anın manalarındandırlar. O manalara, derecelerine göre birer emare vaz'etmiştir. Ya lafzîyedir, ya maneviyedir. O maneviye ise, ya siyak veya sibak-ı kelâmdan veya başka âyetten birer emare o manaya işaret eder.  “[1]

      Dini metinlerin farklı yoruma müsait bir yapıda kurulmasına insanoğlunun düşünsel, kültürel, coğrafi farklılıkları da eklenince, dini metinlerin faklı yorumlanması bunun sonucunda farklı içtihatların ve mezheplerin zuhuru kaçınılmaz bir hal alır.

         “ Bununla beraber ulûm-u Arabiyece sahih ve usûl-i diniyece hak olmak şartıyla ve Fenn-i Maânîce makbul ve İlm-i Beyanca münasib ve belâgatça müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usûl-üd din ve ehl-i usûl-ül fıkhın icmaıyla ve ihtilaflarının şehadetiyle Kur'anın manalarındandırlar.”

     Yukarıdaki metin içinde bir bölümün altını çizmekte fayda var. Bediüzzaman (r.aleyh) bu paragrafta farklı içtihatların ve mezheplerin meşruiyet sınırlarını çiziyor. Dini metinlerin farklı yorumu Arap Dili kurallarına uygun, usulü dince hak olmak şartı ile Kur’an- ı Kerim manasındandır. Kur’an-ı Kerim o yorumu, o içtihadı da kapsar.

     İçtihat, Allah’ın (c.c.) insanoğluna verdiği önemi gösteren değerli işaretlerdendir. Allah (c.c.) insana, kendi sözünü yorumlama, kendi sözü ile birleştirme yetkisini vermiştir.

     Bu genel çerçeve ışığında Bediüzzaman’ın (r.aleyh) ehl-i beyt ile ilgili görüşlerine geçebiliriz.

     Bediüzzaman’ın (r.aleyh) ehl-i beyt ile ilgili görüşleri bazen sorulan bir soruya cevap şeklinde iken bazen de kendi öğrencileri arasında yaşanan problemlere çözüm amacı ile zikredilmiştir.

     “  İşte bu hakikat içindir ki, ehl-i hakikat, başta Eimme-i Erbaa ve eimme-i İsna Aşer olarak ehl- i sünnet, mezkûr hakikate müstenit olan kanun-u kudsiyeyi kendilerine rehber edip… ”[2]  

     Bediüzzaman (r.aleyh) kelimelerini, cümlelerini seçerken oldukça titizdir. Çok uzun cümlelerinde bile kelimeler ve cümleler anlam ve mantık örgüsü içinde kullanılır. Düşüncelerini doğru ifade etmekte acze düşmez.

     Yukarıdaki paragrafta eimme-i isna aşerin, eimme-i Erbaa yanında ehl-i hakikat ve ehl-i sünnet dairesinde zikredildiğini anlamak için çok düşünmeye gerek yok. Eimme-i isna aşar Ca’feriyye ve Zeydiyye mezheplerinin kurucularını da içeren on iki imamdır.

     Bir başka paragrafta :” işte bu sırdandır ki, cadde-i kübra, elbette velayet-i kübra sahipleri olan sahabe ve asfiya, ve tabiin, ve eimme-i ehl-i beyt ve eimme-i müçtehidinin caddesidir ki, doğrudan doğruya Kur’an’ın birinci tabaka şakirtleridir.”[3] Bediüzzaman ( R. aleyh ) tarafından, Şii mezhebinin kurucuları birinci tabaka Kur’an öğrencileri ve İslam’ın ana yolunu izleyenler arasında sayılmıştır.

 

     “ İmam-ı azamın bu fetvasına karşı, başta azami imamların en mühimleri ve sair on iki eimme-i müçtehidin, o fetvanın aksine fetva veriyorlar. Âlem-i İslamın Cadde-i kübrası, o umum eimmenin caddesidir…”[4] Paragrafta on iki imam yolunun, İslamın büyük ana caddesi olduğu belirtiliyor.  Bu paragraf, yukarıdaki paragrafta geçen cadde-i kübra tabirini şerh ediyor ve yine on iki imamın cadde-i kübranın sahiplerinden olduğu vurgulanıyor.

 

     Bir başka paragrafta ise İmam Cafer Sadık ve İmam Zeynelabidin’den (R.aleyhima) çok özel nitelikler ile bahsediyor:”  …Hazret-i Hüseyin’in (r.a.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelabidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i alişan ve hakiki verese-i Nebeviye gibi çok mehdimisal zevat-ı nuraniyenin namına…”[5] İki büyük şii mezhebinin kurucuları peygamberin hakiki varisi ve mehdi gibi insanlar olmakla nitelendiriliyor.

 

     Bediüzzaman’ın ( R. aleyh ) Şii mezhep imamları ile ilgili söyledikleri elbette aktardıklarımız ile sınırlı değil. Ancak aktardıklarımız bize bir bakış açısı verme konusunda yeterli sanırım. Bir Sünni âlim olarak kendi hareketi ve medeniyet projesi çerçevesinde, geçmişin ihtilaflı şahısları ile ilgili hükmünü adilane vermiştir. Bu hükmü geçmişi kurcalamak, ihtilafları derinleştirmek amacı ile değil vahdeti sağlamak için yapmıştır. Geçmişin olayları ile düşüncelerini başka bir yazıya bırakarak konuyu şu tavsiyeleri ile noktalayalım. O gün yerel sayılabilecek uyarıların bugün hem yerel hem de evrensel bazda güncelliğini, sıcaklığını görmek insanı ürpertiyor doğrusu. Bakalım Müslümanlar ne zaman bu tavsiyelerin anlamsız olduğu günlere kavuşacak?

   

     “ Ey ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve cemaat! Ve ey Al-i beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Aleviler! Çabuk bu manasız ve hakikatsiz, haksız, Zaralı olan nizaı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde alet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlup ettikten sonra, o aleti de kıracak. Siz ehl-i tevhit olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mabeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’i meseleleri bırakmak elzemdir.”[6]


[1]   Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Nesil Yay. İstanbul 1966, 1. Cilt, sh. 176

 

 

[2] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Emirdağ Layihası, Nesil Yay. İst. 1966, II. Cilt, sh. 1766

[3] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İst.1966, II. Cilt, sh. 385

[4] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, Nesil Yay. İst.1966, I. Cilt, sh. 556

[5] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, Nesil Yay. İst. I. Cilt, sh. 587

[6] Bediüüzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı, Lemalar, Nesil Yay. İstanbul 1966, I. Cilt, sh. 590

NELER SÖYLENDİ?
@
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA