Hz. Hacer mazlumdu.! Efendisinin emrine amade siyahi bir hizmetkar idi. Çaba ve çalışması ile değiştiremeyeceği bir derisi vardı.
O günün toplum koşulları ve yargısında; bu altından kalkılamaz bir yük idi.! Siyahi isen, doğuştan değersizsin, özgürlükten yoksunsun, efendine tam itaat ile mükellefsin, tüm gücün efendinin emrine amade...İnancın bile efendinin verdiği özgürlük kadar özgür.
Düşüncen bile efendinin verdiği yetki kadar, aksi takdirde düşünebileceğin bir ‘düşüncen’ bile olamaz.! Kula kulsun ! Muhtemelen o zamanlar, en kıymetli değer HÜR olmaktı..
Hür olmanın koşulları nedir; belki akçe zenginliği, belki, vücut dinçliği, belki ana-baba, soy- sop, nesep üstünlüğü, belki yüz güzelliği (o zamanın değer ve ölçüsüne göre) belki.. Ama gerçek olan şu ki; özgür ya da köle olmak, ALLAH'A kulluk vazifeni bile etkiliyordu.!
Efendin izin verdiği kadar kulluk yapabilirsin. İşte böylesine cendere içinde bir hayat.
Hacer bu konuda şanslı idi. Kapısına düştüğü efendisi bir peygamberdi Hz. İbrahim. Kader Hacer'e İbrahim'i yazmıştı. Sofrası geniş bir efendinin ocağında idi kısmeti. Fakat görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler- sözü o zamanlarda da geçerli idi. Sofrası geniş bir efendin var .O'nun himayesindesin, ama kul olmanın sırrı, imtihandasın.!
Hacer’di O. Teslimiyet timsali Hacer, ama imtihan O' nu da es geçmeyecekti. O da sınanacaktı. O da RABBİ ile yalnız kalacak ve konuşacaktı. O da hüzünlenecekti. O da tüketecekti ümit denen çabayı. O da kalacaktı tek başına. O da tutunacak dal, yaslanacak dağ bulamayacaktı. O da -bitti- dediği son noktaya yaklaşacaktı...İmtihandı işte...İmtihanı O'nu önce , hizmetkar iken efendisinin nikahına girmesiyle sınadı. Artık efendisine vereceği bir ciğerparesi ile kurtulmuş olacaktı kölelikten, o teslimiyet timsali olarak anlatılacak Hacer' di. Köle iken efendi olmak değiştirir miydi O'nu.? Öyle de oldu. Kolay değildi elbet, tüm insanlığa teslimiyet timsali olarak örnek olmak.! Hacer yine efendisini efendi biliyordu. Çünkü efendilerin en büyüğüne, RABBİNE itaat ediyordu aslında.
Onun için sormuştu elbet '' Ey İbrahim, bizi kime bırakıyorsun!.. Yoksa bu, Allah’ın emri mi?'' ''Evet, bu Rabbimizin emri'', diyebilmişti. Güvendiği dağı, İbrahim'i. Ve o andan sonra artık Hacer gözyaşlarına dur demeliydi. Çünkü biliyordu ki RABBİ kendisine güvenenleri zayi etmeyecek.
Tek başına kalmıştı ıssız bir çölde, yavrusu , ciğerparesi ile.. Issız bir çölde, ıssız ve sıcak kumlarda, ıssız bir vadide tek başına bir kadın ve savunmasız bir yavru.. Bir miktar azık ve bir kırba su ile. Hadi düşünün bir, bayan değil, erkek kardeşlerimiz bile kalabilir miydi? Ama O Hacer olmanın bilincindeydi. O Hacer olacaktı ki, İnsanlık Nur'u da teşrif etsin dünyaya..
''Hz. Hacer, kendini O’na teslim eder. Şehirden, hayatın içinden ayrılarak bu susuz, ıssız, çorak vadiye yerleşmeye de O’nun emri olduğu için katlanacaktı. O katıksız bir tevekkül ve iman gücüyle bütün ince hesapları, kuru mantığı bir tarafa bırakmış ve yalnızca Yaratan’ına sarılmıştı. O’nu sevmiş, gönlünü bütünüyle O’na vermiş ve sadece O’na dayanmıştı.''
Rabbin seninleyse, tüm dünya karşında olsa ne yazardı(?)-Yetmez miydi RABBİ? Ya da tüm dünya seninleyken Rabbin senden uzaksa neye yarardı?.. İşte buydu Hacer teslimiyeti. Issız çölde tek başına ama bunun RABBİN emri olduğunu bilmek.! Ümit var idi Hacer. Çünkü biliyordu ki Rabbi O'nu zayi etmeyecek. O'nun vaadi haktır. Kula çaba düşer sadece. İşte o çabanın gereği olarak, yavrusuna su bulma çabasına düştü. Ama yılmadan ve de küsmeden..
O çabalayacak Rabbi de verecekti. İmtihan sırrı bunu gerektiriyordu. En yakın tepeye doğru yol aldı, baktı enginlere, belki bir ışıltı, bir nefes belirtisi görme umuduyla. Sonra karşı tepeye yol aldı. Sonra tekrar karşı tepeye doğru hızlandı. Bitmemeliydi Rabbine olan inancı ve umudu. Tekrar döndü, biraz endişeyle. Ama isyan etmeden , elinden gelen çabayı kullanarak...Tekrar yöneldi Hacer geldiği yöne.. Ve tekrar. O ıssız çöllerde bitmiyordu işte umudu. Bitmemeliydi Rabbine olan güven ve tevekkülü.!
Sormuştu işte İbrahim'ine '' bu Rabbinin emri mi'' diye . Almıştı cevabını da '' evet'' olarak. Yılmak olur muydu? Var mıydı Rabbinin kapısından başka kapı.!? Yüzbin kere de dönsen yine O'nun kapısı değil miydi çalınacak kapı. "Merve" ye dört gidiş, Merve’den Safa’ya üç dönüş olmak üzere çabaladı Hacer. Teslimiyeti ile. Bıkmadı yılmadı, hep gidip geldiğim yollar demedi, ümidini kaybetmedi... Rabbini unutmadı.
"Rabbim! Günahlarımızı bağışla. Bize merhamet et. Bize ikram et. Bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün kusurlarımızı biliyorsun, bunları affet. Çünkü Sen mutlak güç, kerem ve ihsan sahibi olansın''dı yüreğinden geçen.........
Günümüzde de örnek alıyoruz Hacer teslimiyetini.!(?) Ama ne susuzuz, ne de kimsesiz, tek başımıza yavrumuzla açıkta ıssız çölde... Biliyoruz ki akşama otelimizde, yemeğimiz hazır, suyumuz hemen yanı başımızda.. Göya Hacer teslimiyetini hatırlamak için gidip- geliyoruz Safa-Merve arsında. Üstümüz gölgelikli, yolumuz mermer..... Ama bulamıyoruz işte Hacer teslimiyetini.! Kimse kandırmasın kendini. Müslümanlar; Sembol Esaretinde, Teslimiyet Ruhunu Yitirdiler.! Hacer imtihanından azade Hacer mükafatı beklerler!