Bürokratik atamalarda liyakatin dışında kullanılan sübjektif ve istismara açık ölçütlerin yaratığı olumsuzluk ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal barışı zedeleyen gerilimin, önemli sorun alanlarından birini oluşturduğu kuşkusuzdur. Bu durum ayrıca hukuk devleti idealinin önündeki en büyük engellerden biridir. 15 Temmuz darbe girişimi, bürokrasiyi salt bir cemaate mensup olanların doldurulmasının yaratacağı sakıncalar konusunda uyarıcı olmalıdır.
Bürokrasiye atama yaparken objektif ölçütleri ihmal edip salt iyi bir insan olmak üzerinden yapılan değerlendirmelere kuşku ile yaklaşmak gerekir. İyi insan olmak farklı iyi yönetici olmak farklıdır. Eğer her iyi insan iyi bir yönetici olsaydı, Hz. Peygamber yakın dostu ve çok iyi bir Müslüman olan Ebu Zer’in istediği makamı ona verirdi. Bu olaydan sonra Ebu Zer ne bir daha görev istedi ne de Hz. Peygambere olan sevgisi azaldı. Bu olay istediği görev için yeterli görülmeyen bir kişinin takınacağı tavır bakımından yeterince öğreticidir.
Yarım asrı aşan yaşamımda sadece bir bürokratik görev için iktidara yakın bir sendikaya giren beklentisi olmayınca eleştiriye başlayan çok sayıda ahlaksız insan tanıdım. Bu çıkarcı insanlar için din, iman, dava sadece bir makam elde etmek için başvurulan araçlardır. Öte yandan liyakatli bir kimsenin salt cemaat bağlantısı var diye engellenmesi de zulümdür.
Bürokrat atarken inancı, partisi, cemaati tercih sebebi olamaz. Tercih sebebi, atanacağı göreve ehil olmasıdır. Liyakatin ölçüt alınmadığı yerde verimliliğin düşmesi kaçınılmazdır. Müslüman zihin “Emanetleri ehline veriniz” diyen bir inancın mensubu olduğundan bu konuda çok daha hassas olmalıdır.
Biz Allah’a inanan insanlarız. Toplumsal hayatta İslam adına ne kadar olumsuzluk ortaya çıkarsa çıksın, İslam’ı istismar edip araçsallaştıranların varlığı ne kadar çok olursa olsun, bu bizi İslam’ın yegâne hakikat olduğu ve en büyük önderimizin Hz. Muhammed olduğu düşüncesinden uzaklaştırmayacaktır.
Liyakatsiz bürokratın görevde kaldığı sürece vereceği zarar tahmin edilemeyecek kadar yüksektir. Çünkü hem işinde verimsizdir, hem de işi daha iyi yapabilecek liyakatli birinin önünü tıkamıştır. Bu tür atamalar sadece devlet bürokrasisinde verimi azaltmakla kalmamış, aynı zamanda daha yetenekli birinin önünü tıkadığı için adaletsizliğe yol açmıştır.
Liyakat konusunda en sorunlu yöntem, sübjektiflik ve keyfiliğe son derece açık olan mülakat yöntemidir. Başta MEB olmak üzere tüm devlet birimlerine yapılacak atamalarda beklentimiz cemaatsel bağlantıların değil liyakatin esas alınmasıdır. Bu anlamda, son dönemlerde memur alımında mülakatın etkisizleştirilmesi isabetli olmuştur. Doğru olan bu yöntemin tümüyle terk edilmesidir. Çünkü bu yöntemin uygulanması çok sayıda insanın mağduriyetine yol açmıştır.
Öte yandan yeterli olduğu halde, etnik aidiyet, mezhebi konum, cemaatsel bağ ve siyasal düşüncesi dolayısıyla bürokraside tercih dışı kalanlar, maruz kaldıkları ayırımcılık dolayısıyla öfke birikimine sebep olurlar. Büyük ölçüde ötekileştirmenin tetiklediği bu öfke birikimi, toplumsal barışın önündeki en büyük engeldir.
Ben sivil toplum örgütlerinin varlığına ve etkinliğine ilkesel olarak inanıyor ve destekliyorum. Ancak bir sivil toplum örgütüne üye olmak liyakatin önüne geçmemelidir. Sivil Toplum Örgütleri siyaset ve bürokrasiye yetkin bireyleri yetiştirme konusunda bir fonksiyon üretebilirler. Ancak siyaset ve bürokraside yer almak için salt bir sivil toplum örgütüne üyeliği esas almak son derece sakıncalıdır.
Bir gruba, partiye, cemaate, sivil toplum örgütüne, sendikaya üye olan ve dünyalık beklenti ve çıkarlarını inançlarının önüne koyan bazı insanlar, beklentilerini gerçekleştirmek umuduyla gördükleri olumsuzlukları dillendirmekten çekinirler. Bu tür insanların bir yapı içinde kalmaları çıkarlarını gerçekleştirdikleri süreyle sınırlıdır. Çıkarları gerçekleştiği sürece içinde bulundukları yapının olumsuzluklarını eleştirmekten çekinirler ve uzak dururlar.
Bu insanlar seküler ya da dini gruplarda bulunabilirler. Bu insanların bir bölümü içinde bulundukları grubu kendi menfaatleri için kullanırlar. Böyle davranmakla hem kendilerine hem de içinde bulundukları gruba zarar verirler.
Liyakat ve adaletin ihmal edilmesi, Türkiye toplumunda derin bir güvensizlik ve ahlaksızlık yaratmıştır. Kendi menfaatlerini her tür ahlaki değerin üzerine koyan, her olumsuzluğu “kol kırılır, yen içinde kalır” mantığıyla öteleyen, siyasal başarıyı ahlaki değerlerin önüne koyan, dini menfaatleri için araçsallaştıran hastalıklı bir toplumsal yapısı oluşmuştur. İnsanların birbirlerine olan güvenleri sarsılmış, adalet arayışı yaralanmış, çıkar ve menfaat toplumsal ilişkilerin belirleyici ölçütü olmuştur.
Liyakatin zedelendiği, adaletin ötelendiği, hukukun siyasallaştığı bir düzende alimin görevi, her türlü riski göze alarak, adaletin izinde olmasıdır. Alim, siyasal çıkarları ya da iktidarın beklentilerini adaletin önüne koyarak, adalet ve liyakati ihmal eden bir noktada duramaz. Siyasal iktidarlar, kendi pratiklerini meşrulaştırmak için, alimin toplum üzerindeki etkisinden yaralanmak isteyebilirler. Bu noktada alim, ilmin onurunu ihmal ederek başka siyasal hesapların içinde olmamalıdır. Siyasal iktidar alim ilişkisinde sorun çıktığında, alimin nerede duracağı ve nasıl bir tavır takınacağı konusunda, büyük İslam hukukçusu ve alimi Ebu Hanife’nin duruşu, herkes için örnek oluşturmalıdır.
Farklı Bakış