TEFSİR
Giriş Tarihi : 28-10-2022 09:21   Güncelleme : 10-11-2022 09:20

Tefsir Notları: Bakara Suresi -5- Ayetler: 21-25...

Tefsir Notları: Allah'ın Kitabını anlamak ve yaşamak için,: Bakara-21. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız.

Tefsir Notları: Bakara Suresi -5- Ayetler: 21-25...

21. Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah'a karşı gelmekten sakınasınız.

Bakara Suresinin ilk 20 ayetinde insanlar “mümin, kâfir, münafık” olarak çeşitlendirilmiş, her bir grubun özellikleri açıklanmıştı.

Bu ayette inanç durumları ne olursa olsun bütün insanlara hitap edilerek hepsi birden Allah’a kul olmaya davet ediliyor.

Davet eden Alemlerin Rabbi olan Allah’tır. ‘Ey insanlar’ diyerek rabbimiz yarattığı tüm insanoğluna bir çağrıda bulunuyor. ‘Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin’  Öyle bir Allah ki sizi ve sizden öncekileri yarattı. Bu Allah’a karşı kulluk borcunuz var bu Allah’a karşı gelmekten sakınmanız takva üzere olmanız gerekiyor. İnsana düşen Allah’ın çağrısına ‘lebbeyk’ demektir.

‘Ey insanlar’ ile başlayan ayetler soyut insana çağrılar olup içeriği evrensel ebedi hakikatlerdir. Bu guruptaki ayetler bütün insanları tevhid inancını, ahretin varlığını benimsemeye, ahlaki hayatın önemine dikkat etmeye davet eder.

‘Ey İman edenler’ diye başlayan ayetler İman edip İslam’a dahil olan kimselere yapılır ki genelde belli vecibe ve yükümlülükler belirtilir.[1]   

Kuran’ın insanlığa yaptığı bu çağrı İslâm’ın şu özelliklerini ortaya koymaktadır:

a) Bu ilahi çağrı (İslam) din, dil, ırk, bölge, sınıf... farkı gözetmeksizin bütün insanlığa yöneltilmiştir.

b) Bu çağrıya muhatap olmak ve Allah kulluğuna kabul edilmek için bir ön şart yoktur. Daha önce neler yapmış, ne kadar büyük suç ve günah işlemiş olursa olsun bir kimse gönülden benimseyerek “Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O’nun elçisidir” dediği anda Müslüman olmuş, Allah’a kulluğa ilk adımı atmış, geçmiş günahlarını silmiş olur.

c) Kulluk edilecek varlığın yaratılmamış (varlığı zorunlu, kendinden, ebedî ve ezelî), yaratıcı ve eşyaya özelliklerini verici olması gerekir. Bu vasıfları taşıyan tek varlık kâinatın yaratıcısı ve rabbi olan Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple O’ndan başkasına kulluk edilemez.

d) Yukarıda verilen meâle göre “Allah’a kul olma” emri ile takvâ (sakınma) arasında bir sebep-sonuç ilişkisi kurulmuştur. Allah’a kulluk etmenin (İslâm’a özgü iman, ibadet, ahlâk ve diğer amellerin) hâsıl edeceği sonuç takvâdır. Sakınma kavramı, sakınılacak alan ve varlık ile sakınma iradesini gerektirir; bu da İslâm’ın tasarladığı insanın resmini çizer: Müslüman insan her istediğini yapmayan, önce durup düşünen, belli değer ölçüleri ve sınırlara göre ölçüp biçen, bu ölçülere uygun düşmediği takdirde nefsinin isteklerini ve arzularını frenleyen; akıllı, imanlı, iradeli varlıktır. Allah’a kulluk olmadan sakınma (takvâ) gerçekleşemez, sakınma olmadan da kâmil insan olunamaz.[2]

Üstad Mevdudi Allah’a karşı gelmekten sakınmayı adaletsizlikten, zulüm yapmaktan, kötülük işlemekten sakınma olarak ifade eder ve ahrette azaptan emin olmak için adaletsizlik, zulüm ve kötü işler yapılmaması gerektiğini söyler.

22. O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah'a ortaklar koşmayın

Kuran insanlığı bir şeye çağırırken ikna metodunu kullanır ve mutlaka belgeler ibraz eder. Bu ayette de rabbimiz kitabın okunan ayetlerine kainatın yazılı/ kayıtlı ayetlerini referans gösteriyor[3] Allah kainattaki ayetleri hatırlatarak insanları şirkten sakındırıyor.

Rabbimiz kullarını yaratıp kendi hallerine bırakmamış; onların yaratılış amaçlarına doğru ilerleyebilmeleri için maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamıştır.

Yeryüzünü tefriş ederek insan için yaşana bilir bir yer haline getiren, besin kaynakları için yağmur yağdırıp insanoğlunun ihtiyacı olan bir çok nimetleri yaratan ve insana ikram eden, insan için yaşanabilir bir kainat düzeni kuran alemlerin rabbi olan Allah’tır.  Allah yeryüzünü insanlar için hem çalışıp üretim yapacakları hem de nimetlerinden istifade edip huzur bulacakları bir yer kılmıştır.

Yeryüzü (arz) gökyüzü (sema) her ikisi de Allah’ın birer ayetidir. Okumak gerekir. Yaratıcısı gösteren bu ayetler doğru okunduğunda insanoğlu Allah’a ibadet ve kulluk borcunu idrak edecektir. Yeryüzünde ve gökyüzünde sağlam, ince, dengeli ve hikmetli bir düzen ve yapı oluşturulmuştur. Bu yapı hem dengeyi hem de dünyadakilerin gök cisimlerinden, gökte olup bitenlerden zarar görmemelerini sağlamaktadır. İnsanlara verilen bilgi edinme ve bilgiden yeni bilgilere ulaşma kabiliyeti doğru kullanıldığı takdirde yaratıcı Allah’ın varlık ve birliğine kolayca ulaşmak mümkündür. İnsanoğlu kainattaki bu ayetleri okuyup ulaştığı bu bilgiye rağmen Allah’a ortak koşması, O’nu bırakıp başka varlıklara tapınması veya itaat etmesi veya her şeyin kendiliğinden ve bir tesadüf sonucu oluştuğuna inanması “bile bile şirk koşmak ve inkâr etmek” sayılmaktadır. Allah insanı kendisine şirk koşmaktan sakındırıyor.

Lafzen, "Allah'a eşler koşmayın" (endâd, nidd'in çoğulu). Bütün müfessirler, "ortak/eş" teriminin, ister "bizâtihî kendi başına" bir tanrı, isterse sözüm ona bazı ilahî veya yarı-ilahî güçlere sahip bir azîz olarak telakki edilsin, Allah'ın sıfatlarından tümünün veya bir kısmının izafe edildiği herhangi bir tapınma objesini ifade ettiğinde hemfikirdirler.[4]

23. Eğer kulumuza (Muhammed'e) indirdiğimiz (Kur'an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).

İnsanoğlu bütün bu sahip olduğu nimetleri ve imkanları yaratanın Allah olduğunu unutmamalı ve Allah’a kulluk yapması gerektiğini hatırlamalıdır. Önceki ayetlerde insanlar tevhide (bir tek Allah’a kul olmaya) çağırılmışlar, bunu da kainatta var olan harika düzen ve muhteşem fiziki ayetleri tefekkür ederek ulaşması istenmişti. İnsan kendi düşünce ve iradesiyle bir olan yaratıcıya iman edince; Allah, yaratılış, yaratılmışlar, gayb âlemi, dünya hayatının sonu, ve Allah ile ilişkisini düzenleyecek bilgilenmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu bilginin kaynağı vahiydir. Allah Aristonun dediği gibi insanı başıboş bırakmamış ve peygamberlerine gönderdiği vahiyle insanoğlu ile irtibat kurmuş onlara adil ve dürüst olmalarını kendilerini yaratan rablerine kulluk yapmalarını bildirmiştir.

İnsanoğluna ulaşan son vahiy Kur’an’dır ve vahye dayanan sünnettir. Bu sebepledir ki kitaba iman inanç esaslarından biri olmuş, kitabın şüpheden uzak bulunduğunu ispat için ayetler gönderilmiş, deliller getirilmiştir.

Bakara surenin başında Kendisinde şüphe bulunmayan kitabın Kuran’ın insanlar için yol gösterici özelliğine vurgu yapılmıştı.  

Bu ayette üzerinde hiçbir şüpheye yer olmayan bu ilahi kelamdan şüphe ediyorsanız “haydin onun benzeri bir sure getirin” getirin denilerek Mekke müşriklerine ve Kuran’ın ilahi kelam olmadığını söyleyenlere meydan okunmaktadır. Kuran ile ilgili bu teklif Mekki ve Medeni surelerde tüm Kuran boyunca sık sık tekrarlanır.

Bu cümleden olarak Kuran’a benzer bir kitap (Kasas-49), onun surelerine benzer on sure (Hud-13), surelerine benzer bir sure (Yunus -38), onda bulunanlara benzer bir söz (Tur-34) yapıp getirerek iddialarını ispat etmeleri istenmiştir.

Bununla, edebi yönden ve konusu itibariyle erişilmez bir niteliğe sahip olan Kuran'ın bir insan tarafından yazılmış olamayacağı vurgulanmak istenir. Böyle olamayacağına göre, Allah tarafından indirilmiş olması gerektir.

Mekke Müşrikleri bütün arzularına ve teşebbüslerine rağmen bunu yapamamışlar, bir ayete benzer söz dahi söyleyememişler; böylece aciz oldukları, yapamayacakları ortaya çıkmış, “asla yapamayacaksınız” sözü gerçekleşmiştir.

Kerim kitabın bir suresinin, hatta bir ayetinin bile benzerinin yapılamaması özelliğine i‘câz denir.

Diyanetin Kuran yolu tefsirinde Kuran i’cazının üç özelliği anlatılır.

1. Söz Sanatı. Seçilen kelimeler ve dizilişi, grameri, uygulanan edebî sanatlar, kelimelere –dilin imkânları sonuna kadar kullanılarak– yüklenen mânalar.

2. Üslûp ve Şekil Özelliği. Kur’an-ı Kerîm’den önce Araplar’da, sözlü edebiyatın iki şekli vardı: Şiir ve nesir. Nesir de hitabet ile kâhinlerin kafiyeli sözlerinden ibaretti. Kur’an-ı Kerîm şiir olmadığı gibi Araplar’ın bildiği nesirden de farklıdır. O, öğüt ve tâlimattan ibaret bulunan iki amacını gerçekleştirmek üzere şeklin ve üslûbun en uygununu seçmiş, yerine göre uygun geçişler yaparak; misaller, kıssalar ve tarihî olaylardan yararlanarak vermek istediğini en güzel ve etkili bir şekilde vermiştir.

3. Muhteva Özelliği. Kur’an-ı Kerîm’in muhtevası iman (inanmak), inanılacak esaslar, ibadet ve çeşitleri, hükümler ve tâlimat, ahlâk bilgisi ve eğitimi, yaratılış ve oluş, gayb âlemi ve buradaki varlıklar, kısmen peygamberler ve kavimler tarihi, insan ve kâinatın yapısı, gelecekle ilgili bazı haber ve bilgilerden oluşmaktadır. Hz. Peygamber’in çevresi ve yetişme şartları bellidir. O’nun ve çevresindekilerin bu bilgilere sahip olmadıkları, bu bilgilerin bir kısmına o çağda yaşayan başkalarının da sahip bulunmadıkları bilinmektedir. Peygamberliğinden önce okuma yazma bilmeyen (ümmî) bir zatın ağzından çıkan, hepsinin de doğru olduğu ya o anda yahut zamanı gelince anlaşılan ve bundan sonra da anlaşılacak olan, yakın çevredeki dinlerin ve bu dinlere ait kitapların yanlışlarını düzelten, tahrifleri açıklığa kavuşturan bu muhteva (Kur’an-ı Kerîm’in içeriği) olağan üstüdür, mûcizedir, ancak doğru bilginin kaynağı olan Allah’tan gelmiş olabilir, başka bir ihtimal yoktur veya mâkul değildir.

24. Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o halde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kafirler için hazırlanmıştır.

Kuran’ı kerim başkalarını aciz bırakan bir kitaptır. ‘Mucize’ oluşu banzerini getirmeye çalışanları aciz bırakmasındandır. İlahi kitabın bu meydan okuyuşu kıyamete kadar devam etmektedir. Nazil olduğu bin dört yüz küsür yıldır Kuran’ın bu meydan okuyuşuna cevap verebilen olmamıştır ve olamaz.

Kuran insanlara, dünyada adil, erdemli, ahlaklı, zulme karşı duran bir hayat yaşamaları ve ahrette azaptan ateşten korumaları için gönderilmiştir. Kuran’ın çağrısı insanları rahmete, cennete, ebedî saadete çağırmaktadır.

Cehennem ateşi kafirler zalimler için hazırlanmıştır.

Bazı müfessirler ayette geçen ‘yakıtı insanlar ve taşlar’ ifadesinde taştan maksadın tapınılan taş heykeller, tanrı timsalleri olduğunu düşünmüşlerdir ki, Üstad Mevdudi’de bu müfessirlerden biridir. “Şüphe yok ki siz ve Allah’tan başka taptığınız tanrılar cehennem yakıtısınız” (Enbiya 98)

Ancak heykel ve putun ham maddesi bile olsa eşyanın cezalandırılması adil ve makul görülmediğinden ceza olarak yakılanları “şuurlu ve iradeli yaratıklar” olarak anlamak, taş yakıtı ise “gayb âlemine ait, mahiyeti dünyalılar tarafından bilinemeyen bir nesne” olarak yorumlamak daha uygundur.[5]

Muhammed Esed’e göre bu, insanın Allah'ı bırakarak yöneldiği bütün tapınma objelerini gösterir; onların güçsüzlüğü ve etkisizliği, taşların cansızlığı ile sembolize edilmektedir; "insanlar" ibaresi ise, burada hakikat çizgisinden sapan insan eylemlerini temsil eder.

25. İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, "Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!" diyecekler. Halbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir. Onlar için orada tertemiz eşler de vardır. Onlar orada ebedi kalacaklardır.

Kuran’da 90 yerde ‘iman’la birlikte geçen ‘salih amel’i bazıları iyi iş olarak çeviriyorsa da ‘iyi’ ‘salih’in yerini tutmaz.[6] Salih; iyiyi de kapsayan daha genel bir ifadedir. İyi, güzel, doğru, adil olan her davranış ibadetlerimiz dahil olmak üzere  amel olarak değerlendirilir.

Salih amel, mümin için dünyada ve âhirette yararlı bütün işleri, tutum ve davranışları kapsayan geniş bir içeriğe sahiptir.

Salih Amel Kuran’da imanla birlikte geldiği tüm yerlerde imanla uyum içerisinde bir eylem ahlakına ve hayata delalet eder.[7]

İman’ın ispatı Salih ameldir. Salih amele dönüşmemiş bir İmanın varlığı şüphelidir. İşte imanını Salih amele dönüştürenler cennete gidecektir. Cennette onlar için, yeryüzünde iken alışık oldukları meyvelerin benzerleri ile karşılaşmak hoş bir sürpriz olacaktır. Tabii ki Cennet'tekiler dünyadaki nimetlerin benzeri de olsa çok daha lezzetlidir. Söz gelimi, bu meyveler elma, kiraz, portakal, muz vs. şeklinde ve renginde olacak ve Cennet'tekiler ilk anda onları tanıyacaklar; fakat bu meyveler, dünyadaki elma ve benzerlerinde çok daha lezzetli olacaktır.

Cennette vaad edilen tertemiz eşler genelde insanların dünyadaki eşleri olacaktır.  Ancak Cennet'te eşler takvaya göre birleştirileceklerdir. Mesela, eğer bir kadın, dünyada muttaki bir hayat yaşamış, eşi ise böyle bir hayat yaşamamışsa, onların nikahı Ahiret'te bozulacak. Allah onlara lütfünden tertemiz eşler ikram edecektir.


[1] Ali Bulaç  Kuran dersleri.

[2] Diyanet Kuran Yolu

[3] Hayat kitabı kuran M. İslamoğlu

[4] Muhammed Esed tefsir meali

[5]  Diyanet Kuran Yolu

[6] Ali Bulaç Kuran dersleri

[7] M. İslamoğlu hayat kitabı Kuran

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com