TEFSİR
Giriş Tarihi : 21-10-2022 10:52   Güncelleme : 02-11-2022 14:27

Tefsir Notları: Bakara Suresi -4- Ayetler: 14-20...

Tefsir Notları: Allah'ın Kitabını anlamak ve yaşamak için, Rabbim Kitabını doğru anlayıp doğru yaşamayı nasip eyle...

Tefsir Notları: Bakara Suresi -4- Ayetler: 14-20...

14- İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıkalrında ise, derler ki: Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay edicileriz."

Münafık sürekli kendini gizleyen bir iç düşmandır ve onların iman iddialarının bir geçerliliği yoktur. Münafıklar şeytanları ile başbaşa kalınca Müslümanlarla alay ettiklerini söylüyorlar.

Şeytan kötülüğün kaynağı, çok kötülük yapan demektir. İblis'in "Şeytan" olarak adlandırılması kötülüğün kaynağı olmasından dolayıdır.

Şeytan; Arapça'da kibirli, asi, zarar verici, mel'un kimse ve kötü cin anlamına gelir.

Şeyâtin, Şeytan kelimesinin çoğuludur.

Şeytan kelimesi hem insanlar, hem de cinler için kullanılır. Kur'an'da genellikle kötü cinler için kullanılmış olmasına rağmen, bazı yerlerde kötü insanlar da kastedilmiştir. Yani insan şeytanlarda vardır. Bu ayette, İslâm'a karşı mücadele eden, İslam düşmanı Arap liderler şeytan olarak nitelendirilmektedir.

15- Allah da onlarla alay eder ve tuğyan (azgınca taşkınlık)ları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre verir.

Kuran esasen alay etmeyi yasaklar. Hucurat -11. Ayet Müslümanlara birbirleri ile alay etmemeleri gerektiğini ifade eder.

Bu ayette Münafıkın Müslümanlarla alay etmesi karşılık Allah’ın onlarla alay edeceği ifade ediliyor;

Allah'ın alay etmesinden maksat, münafıkların alay etmelerinin karşılığının Allah tarafından verilmesidir. Yoksa haşa Allah’ın alay etmesi, insanların birbirleri ile alay etmesi gibi değildir. Bu ifade bir anlamda siz alay edin bakalım ben size alayın ne olduğunu göstereceğim demek gibidir.

Allah insanlara hatalarını ve yanlışlarını anlamaları için süre vermektedir. İnsan oğlu bu süre içerisinde hatasını anlamazsa yaptıklarının hesabını kesinlikle verecektir.

16- İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır.

Münafıklar hidayeti gördükleri halde hidayete talip olmayıp, delaleti seçen kendi kendisini ve başkalarını aldatan insanlardır. Hem kendisine yabancı, hem Allah’a yabancı bir insan tipi ile karşı karşıyayız. Kendisini tanısa Allah’ıda tanıyacak. Allah’ı tanısa münafık olmayacak.. Hidayet ehli içinde ama nimetin içinde yüzüp nimetin kıymetini bilmeyenler gibi. Ve içlerine yüreklerine kadar gelen hidayeti kabul etmeyerek sapıklığı satın alıyorlar... Böyle bir alış verişin kar etmesi mümkün mü?

Münafıklığın sonu bu dünyada da rezilliktir çünkü bu dünyada da ikiyüzlülükleri de açığa çıkabilir işte o zaman utanç verici kişilikleri deşifre olur ahirette ise sonları azaptır..

17- Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.

Işık olmazsa kör ile gören arasında hiçbir fark olmaz.

Ne zaman ki vahiy ışığı etrafı aydınlatıyor o gece aydınlanıyor o zifiri karanlık ortadan siliniyor, Vahye iman edenler vahyin ışığından faydalanıyor ortalığın nasıl aydınlandığını görüyorlar.

Fakat iman etmeyenler bu sefer o aydınlık körü oluyor ışık körü oluyor ışığa rağmen hakikati görmüyorlar.

Yani vahiy kendisini aydınlattığı halde, Allah kendisi ile konuştuğu halde, Allah kendisine mesaj gönderdiği, Kur’an gibi bir nimete sahip olduğu halde, Kur’an ışığından kaçan yarasalar gibi ışık körü olanlardır.

Hatta Kur’an ı elinde tuttuğu halde, hatta Kur’an ı okuduğu halde Kur’an la aydınlanamayanlar, Kur’an ı hayatına koyamayanlar, Kur’an ı sadece ölülere okuyanlar. Kur’an ı sadece düğünlerde bayramlarda, ölümlerde okuyanlar da vahyin ışığından faydalanmayanlardır.

Kur’an gibi bir vahyi, bir ışığı ellerinde tuttukları halde bu ışık onların gözlerini açmıyor. Onlara gerçeği göstermiyorsa işte bu ışık körü demektir.

Önce ışık yoktu göz vardı, şimdi ışık var lakin görecek göz yok. Ancak münafıklar ışığa iman ettiklerini söyledikleri halde ışıktan faydalanamıyorlar.

Ancak imanları gitgel yaşadığı için bazen bir ışık görür gibi oluyorlar sonra yine karanlıklar içinde kalıyorlar...

18- (Onlar) Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.

Sağır değil aslında kulağı var, duyuyor ama işitmiyor, bakıyor ama görmüyor, kalbi var ama hissetmiyor.

Çünkü onlar Hakk'ı duymakta sağır, Hakk'ı konuşmakta dilsiz ve Hakk'ı görmekte kördürler. İşte bundan dolayıda dönmezler batılda küfürde nifakta ısrarla kalırlar.

19- Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, 'gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Ama Allah kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.

Bu ayette anlatılmak istenen manzara, gerçekten müthiş bir manzara. Muhatabının kalbinde imansızlığın ne demeye geldiğini ifade etmek için bundan daha güzel bir teşbih bulunamaz. Aslında Arabistan iklimi bu ayette ifade edilen şeylerin çok az görüldüğü bir iklim. Yıldırımlar gök gürültüsü, şimşek ve sağanak çok az bulunan bir iklim.

Ama buna rağmen bu kitap tüm insanlığa hitap olduğu için, ömründe en çok birkaç kez böyle bir sağanağı böyle bir şimşeği, gök gürültüsünü, yıldırımı gören, gözlemleyen insana da o durumu bir örnek gösteriyor.

Ayet inanmayan insanı kulaklarını tıkayarak gerçeği görmemeye gerçekten kaçmaya çalışan biri olarak tarif ediyor. Kulaklarını tıkaması neyi değiştirir ki, eğer karanlıklar altında, korkunç bir sağanak altında, yıldırımların, gök gürültüsünün, şimşeğin hepsinin birden oluştuğu bir ortamda kala kalmışsan, kulakları tıkamanız neyi değiştirir.

İşte münafığın durumu böyledir diyor. Gerçeğe sırtını çevirir, başını kuma gömer, gerçeği görmezlikten gelir, ama görmemesi hiçbir şeyi değiştirmez.

Ahireti görmezlikten gelir. Allah’ı görmezlikten gelir, azabı, cehennemi görmezlikten gelir. Ama onların cehennemi görmemesi hiçbir şeyi değiştirmez ve akıbet yine gelir onu bulur.

Parmaklarıyla kulaklarını tıkayarak, felâketten kurtuldukları konusunda kendilerini bir müddet daha avuturlar. Fakat gerçekte onlar kendilerini kurtaramazlar; çünkü Allah, kudretiyle onları her taraflarından kuşatmıştır.

Allame Tabatabai bu ayeti şöyle anlatıyor:

Bu örnek, münafikların durumunu gözler önüne seriyor. Bunlar mümin gibi görünerek, müminlerle iç içe yaşamaktan dolayı dinin sağladığı bazı nimetlerden yararlanırlar. Miras ve nikâh gibi. Fakat imandan asıl yararlanma dönemi olan ölüm vakti gelip çatınca, yüce Allah, nurlarını giderir, amellerini geçersiz kılar, onları koyu bir  karanlığın ortasında bırakır. Burada ne yapacaklarını, nasıl edeceklerini bilemezler. Hem eski karanlığın ve hem de amellerinin yol açtığı karanlığın içinde bocalayıp dururlar. "Ya da (onların örneği,) gökten boşanan..." İfadenin orijinalinde geçen "sayyib", şiddetli yağmur demektir. "Berk" herkesçe bilinen şimşek demektir. "Ra'd" ise, şimşek çakarken bulutlardan gelen gürlemedir. "Sâika" ise, şimşeklerden inen yıldırım demektir. Yağmur, şimşek ve gök gürlemesi arasında kalmış ne yapacağını bilmeyen bocalayan insan tipi, münafık insan tipinin durumunu anlatıyor.

20- Çakan şimşek, neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini her aydınlattığında (biraz) yürürler, üzerlerine kanlık basıverince de kalakalırlar. Allah dileseydi, işitmelerini de görmelerini de gideriverirdi. Hiç şüphe yok Allah, herşeye güç yetirendir.

Allame Tabatabi bu ayetin tefsirinde de şöyle diyor: Bu örnek de, münafıkların iman niteliğini dışa vurmalarını somutlaştırmaktadır. Bu durumda onlar, tıpkı göz gözü görmez bir karanlığın ortasında şiddetli bir yağmura tutulan kimseler gibidirler. Şiddetli yağmur onları kaçıp kurtulma zorunda bırakıyor, karanlık ise buna imkân vermiyor. Gök gürlemesinin ve yıldırımların saçtıkları dehşet de onları çepeçevre kuşatmıştır. Artık tek seçenekleri, şimşekten ve onun sağladığı aydınlıktan yararlanmaktır. Ama şimşeğin aydınlığı sürekli ve kalıcı değildir. Şimşek çakınca bir parça yürürler; ardından tekrar karanlığın ortasında çakılıp kalırlar. İşte, imanı benimsemeyen, ama müminmiş gibi görünmek zorunda kalan münafıkın durumu bundan ibarettir. Kalbi ile dili anasında birlik, uyuşma ve ahenk olmadığı için yolu bütünüyle aydınlanmaz. Bu yüzden ikide bir tökezlemesi ve ayağının kayıp yere kapanması kaçınılmaz olur. Biraz yürür, az sonra tekrar durur. Böylece yüce Allah, onu rezil eder. Şayet Allah dileseydi, görme ve işitme organlarını devre dışı bırakarak, daha ilk günden onu rezil ederdi.

Bu ayette verilen örnekle iman zayıflığı ve tereddüt içinde olan münafıkların durumu anlatılmaktadır. Bunlar imanla küfür arasında gidip geliyorlar  tamamen kâfir değillerse de, İslâm'ı, ancak kendilerini tehlikeye sokmayacak derecede uyguluyorlar.

Ayette geçen “Azlama” kelimesi zülümattan bastıran karanlıktır. İki anlamı vardır. Biri aydınlığı gerçeği örter, diğeri baskıyı, istibdadı, diktayı ima eder. Kaynağını vahiyden almayan çeşitli inanç, felsefi görüş ve ideolijilerin insanı aydınlatma kabiliyetleri yoktur. Hem hakikati örterler hemde sonunda baskı rejimlerine dönüşürler. Getirecekleri aydınlık yalancı özgürlük, aydınlık ve rahatlık aldatıcıdır. Çakan şimşeğin geçici aydınlatması gibi.

Bu ayette verilen örnekte yağmur, tüm insanlığa rahmet olarak gelen İslâm'ı temsil eder; karanlık, gökgürültüsü ve şimşek ise öne çıkan engelleri, İslâm düşmanlarının Müslümanlara ve islama saldırması nedeniyle yaşanan tehlike ve güçlükleri temsil eder.

Münafıklar dünyevi nimetler olduğunda, işlerine gelen emirler olduğunda onlar İslâm'a doğru yönelirler, fakat zorluk bulutları ortaya çıktığında veya kendi çıkarlarına, bâtıl inançlarına, önyargılarına ters düşen emirler verildiğinde öylece şaşkınlık içinde kalakalırlar.

Eğer dilerse Allah, bu kimselerin de Hakk'ı görmelerini tamamen engelleyebilir. Fakat bunu yapmaz; çünkü Allah, görmek ve duymak istedikleri sürece onların Hakk'ı görüp duymalarına fırsat vermeyi dilemiştir.

Allah'ın onlara Hakk'ı görüp duymalarına yetecek kadar güç vermesinin nedeni işte budur.

Bu ayette ışık körlüğüne tutulan insanları ifade ediyor.

Bu hayattaki en büyük ışık vahiydir. Vahye muhatap olduğu halde vahyin aydınlığından faydalanamayan her insan ışık körüdür. 17 yedinci ayette ifade ettik. Bu Müslüman olur, münafık olur, kafir olur fark etmez.. Sadece görme yüzdeleri değişir.

Yani Allah dileseydi gerçekte onlar şu göze şu kulağa dahi sahip olamazlardı. Sağır ve kör de olabilirlerdi Allah dileseydi. Ama Allah dilemedi, göz verdi kulak verdi. Ama gözü ve kulağı verdi ki Hakikati göresiniz gerçeği işitesiniz diye.

Hiç şüphe yok Allah, herşeye güç yetirendir.

 

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com