TEFSİR
Giriş Tarihi : 07-10-2022 12:09   Güncelleme : 17-10-2022 20:30

Tefsir Notları: Bakara Suresi -2- Ayetler: 3-7

Bakara Suresi: Kuran'ı anlamak ve yaşamak için....

Tefsir Notları: Bakara Suresi -2- Ayetler: 3-7

Hidayete erenler Muttakiler kimlerdir?

3- Ki onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.

Gaybe inanmak görünmeyen duyu organları ile idrak edilmeyen  ancak her biri birer hakikat olan şeyleri doğrulamak varlıklarını ikrar etmektir.

Gaybı mutlak ve izafi gayb olarak ikiye ayırmak mümkündür.

İzafi gayb; ya vahiy ile yada insanın kendi çabası ile bilebileceği gaybdır.

Mutlak gayb; insanın beş duyu organı ile algılayamadığı ve kendi çabası ile veya başka bir bilgi edinme ile yöntemleri ile hakikatini bilemediği şeydir.  Yüce Allah’ın zatı mutlak gaybdır. Cennet ve cehennemin mahiyeti bir boyutu ile mutlak gaybdır. Kıyametin ne zaman kopacağı mutlak gaybdır...

Allah’ın varlığı, Ahiret hayatı, Melekler, vahiy, öldükten sonra dirilme, Cennet, Cehennem gayb dır.. Ancak bir boyutu ilede izafi gayb olarak nitelendirile bilir gayblerdir.

Vahiy ile bunların gerçekliğini öğreniyoruz. Akıl ile gerçekliklerine dair veriler ileri süre biliyoruz.

Vahiy ile bize bilgi verilen bütün gaybi konuları aklımızla kavraya biliriz.

Muttakilerin ilk vasfı gaybe imandır.

İman kelimesi emn veya eman kökünden türemiş bir mastardır. Lügat manası doğrulamak, tasdik etmek veya bir kimseye yahut bir şeye inanmak, güvenmek demektir.

Her türlü tasdik ve doğrulama iman kavramı içerisinde karşılığını bulurken zaman içinde iman kavramı ilahi bir kimlik kazanmıştır.

Kuran-ı Kerim’de iman kelimesinin geçtiği ayetlere baktığımızda sözlük manasının korunduğunu görürüz. “Müminler ancak Allah ve Resulüne iman eden (tasdik eden/ doğrulayan)  ve asla şüpheye düşmeyenlerdir” (Hucurat-15)

İman sadece var olan bir şeyin varlığını kabul etmekten ibaret değildir. Örneğin güneş vardır ve herkes onun varlığını kabul edebilir. Ama güneşin varlığına inanmakla âlemlerin Rabbi olan Allah’a (cc.) inanmak farklı şeylerdir. Güneşe inanmak insana bir sorumluluk yüklemez.  Ya da deve kuşunu hiç görmemiş bir insanın deve kuşunun varlığına inanıp inanmamasının onun yaşamı için hiçbir önemi yoktur. Ama âlemlerin Rabbi olan, insanı yoktan var eden, hesap gününün sahibi olan Allah’a iman etmek farklı olacaktır ve olmalıdır. Eğer inandığınız Allah(cc) sizin hayatınızda, sizin yaşamınızda hiçbir şeyi değiştirmiyorsa, sizin hayatınızda Allah’a inanmakla deve kuşunun varlığına inanmak arasında bir fark yoksa inandığınız Allah’ı tanımıyorsunuz ve imanın ne olduğunu bilmiyorsunuz demektir. 

İmam Cafer-i Sadık  “İman nedir?” sorusuna: “İman bütünüyle ameldir ve yaşamaktır.” şeklinde cevap vermiştir.

Allah (cc)  imanı insanoğlunun azalarına farz kılmıştır. İnsanoğlu kalple imanı akleder,  anlar ve azaları ile imanı hayata geçirir: “Allah‘a bize indirilene ve size indirilene iman ettik ilahımız ve ilahınız birdir, biz ona teslim olmuşlarız deyin.’’ İşte bu dildeki imanın ifadesidir. ‘‘Muhakkak size kitap da indirdik ki Allah’ın ayetlerine küfredildiğini ve onlarla alay edildiğini duyduğunuzda başka bir söze dalıncaya değin onlarla oturmayın.’’ Bu ayet kulaktaki imanın ifadesidir. ‘‘Müminlere gözlerini sakınmalarını söyle’’ Bu ayet gözlerdeki imanın ifadesidir. Bunların örneklerini çoğaltmak mümkün burada anlaşılması gereken nokta iman yaşanan bir hayattır. İnsanın azalarında, davranışlarında somutlaşması gerekir.  İşte ancak o zaman o iman sahibi için hidayet kaynağı olur.

Kur'an'dan hidayet bulmanın gereği, kişinin Kur'an öğretilerini hemen pratiğe uygulamaya hazır olmasıdır.

Ayette “Ki onlar, gayba inanırlar, dedikten sonra hemen  namazı dosdoğru kılarlar” ifadesi geliyorki bu imanın pratiğe dönüşmesidir.

Namaz Kur'an'ın emrettiği ilk ve en önemli görevlerden biri olduğu için, imandaki samimiyetin ölçüsü ve pratik bir delilidir. Bu nedenle, bir kimse İslâm'ı kabul ettikten sonra ezanı duyduğunda cemaate katılıp, namazı kılmalıdır. Çünkü şehadetin samimi olup olmadığını bu belirler. Eğer ezana kulak asmaz ve cemaata katılmazsa, bu onun imanında samimi olmadığının bir göstergesidir.

‘Namaz’, Farsça bir kelimedir. Arapçada ‘salat’ kullanılır.

Salât, aslında dua, rahmet, ve istiğfar demektir. Namazda, bu üç mananın hepsi bulunmaktadır. Namaz dua etmek, tövbe etmek ve rahmete nail olmaktır. Salat’ın bir anlamıda anmak yardım etmektir. Salat Kuran’da bu anlamı ilede kullanılmıştır.

Namaz formatı ve şekli farklı da olsa bütün ümmetlerde var olan ibadettir.

“Ve yükıymunas salate.” İslamoğlu bu ifadeyi namazı isitkamet üzere kılmak olarak çeviriyor. Ve Namazı istikamet üzere kılmamın belirtileri olarak şu dört maddeyi zikrediyor.

Birincisi namazdan gafil olmamaktır. Maun suresi namazından gafil olanları anlatır.

İkincisi; İbadeti Allah’ın koyduğu usule uygun yapmaktır.

Üçüncüsü ise İbadeti yalnızca ve yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek yapmaktır. İbadeti gösteriş için, başkaları için, başkaları görsünler diye yapmamaktır. İşte bütün bunların toplamı namazı istikamet üzere kılmaktır.

Dördüncüsü; Kıldığı namazla, hayatında yaptığı diğer eylemler arasında doğrudan bir orantı kurmaktır. Yani namazı nasıl Allah için kılıyorsa, namaz dışında yaptığı tüm eylem ve işleri de Allah için yapmak, yani bir hayatı Allah için yaşamak anlamına gelir.

Ve yükıymunas salate”yi Ali Bulaç ‘Namazı dosdoğru kılmak’ olarak çeviriyor. Dosdoğru kılmak, kılınan namazın hakkını vermektir. Tadili erkana dikkat etmek, namazı devamlı kılmak, namazı vaktinde kılmak ve namazı gerekli huşu ile eda etmektir. Ve bunun hayatında yansıması olarak hertürlü münkeri terk etmektir.  Tüm bu özellikler Kuran’ın farklı ayetlerinde ifade edilir.

Gaybe inanan namazı dosdoğru kılan muttakiler “kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.”

İnfak Harcamak demek, Hatta infak’ın kökeni, kök anlamı tüketmek bitirmek, sonuna kadar harcamak anlamına gelir. Yani kendilerine rızık olarak verdiklerimizden sonuna kadar Allah yolunda harcayanlar. Harcarken kendi malından verir gibi değil, Allah’ın malından verir gibi harcamak gerekir. Ayet  kendilerine verilenden diyor, kendi kazandıklarından demiyor, yani senin sahip olduğun Allah’ın sana verdiğidir.

Onun için verirken fazlalıklardan değil, işe yaramayanlardan değil, kendilerine rızık olarak Allah’ın verdiklerinden harcayanlardır.

Bu ayet üç özellik sayılıyor birincisi gayba iman, ikincisi namazı istikamet üzere eda, üçüncüsü de zekat..

Birincisi imana tealluk ediyor. Yani kul Allah ilişkisine.

İkincisi namaz. Namaz kulun kendisi ve Rabbi ile olan ilişkisini, yani kulun hem nefsi ile, hem de Rabbi ile olan ilişkisini düzenliyor.

Üçüncüsü Zekat ise kuldan topluma doğru. Yani kulun diğer insanlarla toplumla olan ilişkisini düzenliyor..

Böylece kul-Allah ilişkisi, kul kendisiyle ilişkisi, kulun toplumla ilişkisi bir ayette düzenleniyor.

Namaz insanda şahsi kemalatı, infak ise toplumsal kemalatı arttırır.

4- Ve (yine) onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.

Ehli Kitap’ta gayb yani Allah’a ve ahirete inanıyor, namaza benzer ibadetler yapıyor ve infaktada bulunuyorlardı.

Yalınız Yahudiler Hz. Musa ve kendi peygamberlerine inanıyor Hz. İsa Ve son Peygambere inanmıyorlardı. Hıristiyanlar’da Hz. İsa ve diğer peygamberlere inanıyor anacak Son peygambere inanmıyorlardı.

Müslümanlar ise son Peygamber dahil tüm peygamberlere ve onlara indirilen vahiylere onlara verilen kitaplara inanıyorlardı.

Peygamberlere ve onlara indirilen vahye inanmadan iman tamamlanmış olmaz. Ve kişi hidayete ulaşmız olmaz. Kur'an'la hidayete ulaşabilmenin şartı, vahye inanmaktır.

Sadece Kur'an'a değil, değişik zamanlarda, değişik ülkelerde Allah'ın rasûllerine nazil olan bütün kitapların doğruluğuna inamaktır.

Kur'an, hakikate ulaşmak için vahyin zaruri olduğuna ve bunun herkese tek tek değil, yalnız Allah'ın rasüllerine indirildiğine, yani hidayetin sadece o rasûllere indirilen kitaplardan alınabileceğine inanan kimseleri doğru yola ulaştırabilir.

Gaybe imanın en belirgin özelliği Ahiret'e inanmaktır. Ahirete iman aynı zamanda insanın bu dünyada yaptıklarından sorumlu olduğuna yani hesap gününe iman anlamına gelir.

Kur'an'ın ifadesi ile Ahiret'e inanmak şu anlamlara gelir:

1) İnsan tüm yaptıklarından ve tüm davranışlarından Allah'a karşı sorumludur.

2) Bu dünya sonsuz değildir, mutlaka sona erecektir.

3) Ahiret'te başka bir dünyanın başlayıp, istisnasız bütün insanların yaptıklarının hesabını vermek üzere, herkesin yaptığı amellerin karşılığını göreceği zamanı sadece Allah bilir.

4) Allah'ın iyi olarak hüküm verdikleri Cennet'e, kötü olarak hüküm verdikleri de Cehennem'e gidecektir.

5) Başarı ve başarısızlık, bu dünyadaki gibi zenginlik ve fakirlikle ölçülmeyecek; Kıyamet günü bu hususta Allah hüküm verecektir.

5- İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır.

İşte bunlar daha önceki ayetlerde vasıfları zikredilenler ‘Muflihun’ Feleha erenler Muttakilerdir...

Felah; manevi, ulvi yüksek kazançlara işaret eder. Müslümanlar için esas olan refaha değil felaha ermektir.

Refah dünyevi rahatı felah ise uhrevi kazancı ifade eder.

Takva sahipleri bu beş ayette sayılan özellikleri dolayısı ile kurtuluşa erenlerdir. Gaybe iman, namaz, infak, peygamberlere ve ahiret gününe kesin bir imanla korktuklarından emin umduklarına nail olarak felaha ereceklerdir.

Çünkü onlar rablerinden hidayet üzeredirler...

6- Şüphesiz, küfredenleri uyarıp-korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da, onlar için farketmez; iman etmezler.

Küfür kelimesi örtü demektir. Hak ve hakikatin gerçekliği inkar ederek örttükleri için kafir denilmiştir. Küfür genel anlamda inkar ve nankörlüktür. İnsanın yaratıcısını tanımamasından daha büyük inkar ve nankörlük olamaz.

İnzar: sadece korkutmak değil uyarmak ve haber vermek sureti ile korkutmaktır.

Ancak küfürde inad eden kafirler için bir faydası olmayacaktır.

7- Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de perdeler vardır.Ve büyük azab onlarındır.

Bu, onların Hakk'ı reddetme nedeninin, kendi hataları olmadığı ve sadece Allah'ın dilemesi ile olduğu anlamına gelmez. Onlar kabul etmezler; çünkü, Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onlar Hakk'ı dinlemezler; çünkü, Allah onların gözlerini perdelemiştir.

Fakat onların kalplerinin ve kulaklarının mühürlenmesi, Hakk'ı kabul edememelerinin nedeni değil, bilâkis reddetmekte inat etmelerinin bir sonucudur.

Kur'an basit bir tabiat kanunundan söz eder: Eğer bir kimse bir şey hakkında aleyhte önyargı sahibi olur ve sürekli bu önyargısını beslerse, o şeyde ne iyi bir yan görebilir, ne iyi bir şey işitebilir, ne de tarafsızca değerlendirmek için ona kalbini açabilir.

Burada Kalblerinde ve kulaklarını Allah mühürledi derken gözlerinde perde var denmektedir. Çünkü gözlerine perde çekenler kendileridir. Şayet onlar gözlerindeki perdeyi kaldırır hakikatin arayışına girerlerse Allah’da kulaklerındaki ve kalblerindeki mührü kaldıracaktır.

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com