TEFSİR
Giriş Tarihi : 30-12-2022 12:28   Güncelleme : 02-01-2023 15:17

Tefsir Notları: Bakara Suresi -12- Ayetler: 56-60

Bakara Suresinden ayetler.... Kuran'ı anlamak ve yaşamak için, Kuran'ın ahlakı ile ahlaklanmak için... Kuran'la inşa olan bir hayat için....

Tefsir Notları: Bakara Suresi -12- Ayetler: 56-60

56- Sonra (yine de) belki şükredersiniz diye, sizi ölümünüzden sonra dirilttik. 

55. Ayetteki “Saika” kelimesi yıldırım manasına geldiği gibi, mahiyetini bilemediğimiz bir tür tabiat olayı olarak ta anlaşılmış. İsrailoğulları yıldırım yada her ne ise “saika” dan sonra bir şekilde ölümü tattılar yani kısa süreliğine öldüler yada ölümün eşiğinden döndüler. 

Hz. Musa (a.s.) kırk gün, kırk gece için Tur dağına gittiği zaman kendisine İsrailoğulları'nın yetmiş kabile reisini de beraber getirmesi söylenmişti. Allah, O'na Furkan'ı indirdi ve üzerinde insanların hidayeti için emirlerin yazılı olduğu taş levhalar verdi. Hz. Musa (a.s.) da bunları reislere sundu.
O zaman aralarından bazıları bu konuda şöyle dediler: "Sadece senin sözünle Allah'ın seninle konuştuğuna nasıl inanırız? Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görünceye kadar sana inanmayız."  Allah onların bu küstahlığına çok kızdı ve onları cezalandırdı. Ölümü tattılar yada hissetiler. Allah hatalarını anlasınlar şükretsinler diye onları diriltti. Yani ölümü hissettirdikten sonra yeniden hayata döndüler.

Kitab-ı Mukaddes ise bu olayı şöyle anlatır: "Ve Musa ile Harun, Nabad ve Abihu ve İsrail'in ihtiyarlarından 70 kişi çıktılar ve İsrail'in Allah'ını gördüler ve O'nun ayakları altında gök, yakuttan tuğla döşeme gibi aydınlandıkça asıl göğe benzer bir şey vardı ve İsrailoğularının asilzadelerine dokunmadı ve Allah'ı gördüler ve yiyip içtiler…. Yalvarırım, bana cemalini göster." Fakat, O şöyle cevap verir: "Sen benim yüzümü göremezsin, çünkü, kimse beni görüp de yaşayamaz." (Çıkış 24: 9-11/33:  18-23.)

57- Bulutları üzerinize gölgelendirdik ve size kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Size rızık olarak verdiklerimizin iyisinden yiyin (dedik). Onlar bize zulmetmediler, ancak kendi nefislerine zulmettiler. 

İsrailoğulları, çok kalabalık bir halde Mısır'dan göç edip Sina Yarımadasına girdiklerinde, değil ev veya çadır, başlarını sokacak bir yerleri bile yoktu. O zaman Allah, onları güneşin yakıcı sıcağından korumak için bulutlar gönderdi. Eğer bulutlar onları gölgelemeseydi, çöl güneşinin yakıcı sıcağında kavrulup giderlerdi. 

Menn ve Selva Allah'ın verimsiz arazide İsrailoğulları'nı doyurmak için verdiği nimetlerdi. Menn gökten çiğ damlası gibi dökülüyor, bıldırcına benzeyen Selva'nın ise binlercesi uçuyordu. 
 

“Men”, Man diye geçer Tevrat’ta, İsrailoğulları sabah kalktıklarında çöldeki kumun üzerinde kişniş tohumu gibi, beyaz kırağı gibi çölün kumunun yüzeyine sere serpe yayılmış bir şey bulurlardı. Bunu toplarlar, öğütürler, harika bir ekmeği olurdu bunun. Hem de yağı kendinden çok lezzetli bir ekmeği olurdu, İsrail oğulları onunla beslenirlerdi denilir. 

Peygamberimiz, “Mantar, men dendir” buyuruyor 

Demek ki zahmetsizce kendi kendine yetişen her şeyi men olarak isimlendirilebiliriz. Yani İsrail oğulları Allahın kendilerine ekmeden biçmeden zahmet etmeden verdiği nimetlerle rızıklanıyorlardı.  

Selva’nın kuş yada bıldırcın eti olduğu söylenmiştir. Selva denmesinin nedeni doyurucu olmasının yanında teselli verici nitelikte bir gıda olmasıdır. 

Nimetler o denli boldu ki, İsrailoğulları'nın tümü kırk yıl boyunca açlık ve kıtlık çekmeksizin bu nimetlerle beslendiler.

Ayette geçen ‘Tayyib’ temiz rızık bir anlamda ‘Helal rızık’ iki anlama gelir: birincisi rızkın helal yoldan Allah’ın rızasına uygun temin edilmesi ikincisi lezzetinin kıymetinin diğerlerinden daha güzel olması. 

Onlar bize zulmetmediler, ancak kendi nefislerine zulmettiler. 

Zulüm adaletin zıddıdır ve kelime manası ile bir şeyi yerli yerine koymamaktır. Tevhidin yerine şirki koymak en büyük zulümdür. Firavunun zulmünden kurtarılan İsrailoğulları buzağıya tapmakla en büyük zulmü işlediler ve Allah’ın nimetlerine nankörlük etmekle en büyük cezayı hak ettiler ve kendi kendilerine zulmetmiş oldular…

El Mizan’da Allame Tabatabai İmam Musa Kâzım'ın şöyle dediğini belirtilir: "Yüce Allah, kendisine zulmedilmeyecek ve kendisine biz zulüm yakıştırmayacak kadar güçlü ve caydırıcıdır. Ne var ki, yüce Allah bizi kendisine katmış, bize yapılan zulmü, kendisine yapılmış bir zulüm olarak, bizim velâyetimizi de kendi velâyeti olarak kabul etmiştir. Sonra yüce Allah, bu anlamı pekiştiren ifadeleri Peygamberine vahyetmiş ve şöyle buyurmuştur: 'Onlar bize zulmetmediler, sadece kendilerine zulmediyorlardı.' 

İmam Musa Kazım’ın ifadesi ile Allah Peygamberlerine ve ehli beyte yapılan zulmü kendine yapılmış kabul ediyor, ancak zalimler sonuç olarak sadece kendi kendilerine zulmetmiş oluyorlar.

58- Ve (yine) hatırlayın, demiştik ki: "Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnızca secde ederek kapısından girerken 'dileğimiz bağışlamandır' deyin; (biz de) hatalarınızı bağışlayalım; iyilik yapanların (ecirlerini) artıracağız." 

Bu olay, İsrailoğulları, Sina Yarımadası ile Kuzey Arabistan arasında gezindiği sırada meydana geldiği için, büyük bir ihtimalle oralarda bir şehir olması gerekir. Şehrin adının ne olduğu kesin bilinmiyor. 

Bazı Müfessirler bu şehrin Kudüs olduğunu söylüyorlar, Şam ve Eriha olduğunu da söyleyenler var.

Ancak Üstad Mevdudi’ye göre Ürdün'ün doğusunda, Erina şehrinin tam karşısında Şittim olması muhtemeldir. 

Ali Bulaç Şittim büyük ihtimalle İsrailoğullarının zorlu yürüyüşlerinde geçici bir yerleşim yeri idi. Belki de kutsal Kudüs’e varmadan oraya layık olup olmadıkları burada test edilecekti diyor. 

Kitab-ı Mukaddes'e göre İsrailoğulları Hz. Musa'nın (a.s.) son yıllarında bu şehri fethettiler ve sefahete düştüler. Sonunda Allah onlara veba şeklinde bir azap gönderdi ve içlerinden yirmi dört bin kişi öldü. (Sayılar 25: 1-9) 
Onlara, şehre barbar ve acımasız despotlar gibi değil, Hz. Muhamed'in (s.a.) Mekke'nin fethinde yaptığı gibi Allah'tan korkarak, boyun eğip alçak gönüllü bir şekilde girmeleri emredilmişti. 

"Hıttatun" iki anlam çağrıştırır: Şehre 
1) Allah'tan günahlarınızın bağışlanmasını dileyerek, 
2) Genel af ilân edip, yerlileri öldürmekten ve ganimet talan etmekten kaçınarak girin."

59- Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. Biz de o zalimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerine gökten iğrenç bir azab indirdik. 

Ayet Zulüm sıfatı ile birlikte düşünüldüğünde ilahi kelamı değiştirmek, anlamını saptırmaktır. En büyük zulüm Allah’ın emanetine vahyine ihanet etmektir. Vahyin amacını bilinçli bir şekilde çeşitli Saiklerle makam mevki menfaat adına ne derseniz deyin saptırmaktır. Allah’ın sözünü değiştirmek Allah’ın sözünü değil de başka sözleri esas almaktır. 

Allah bu fiillerinden dolayı onlara bir ceza verdi bu ceza ‘Ricz’ olarak ifade edilen ayette iğrenç olarak çevrilen bu ceza pis ve habis şey olup murdar ceza demektir. Gökten gelen bu azap ne olduğu açıkça anlatılmıyor.

Tevrat’ta bu ceza ile ilgili olarak 14500 kişinin veba hastalığından ölmesi olayı anlatılır. Bu olayın sıradan bir salgın hastalık olmadığı bir azap olduğu düşünülüyor.

60- Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman biz ona: "Asanı taşa vur" demiştik de ondan oniki pınar fışkırmıştı, böylece herkes içeceği yeri bilmişti. Allah'ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesad) yaparak karışıklık (ve kışkırtıcılık) çıkarmayın. 

Bu ayeti daha önceki bulut, men ve selva ayetleri ile birlikte düşünmek gerekiyor. 

El Mizan’da Allame Tabatabai Tefsir'ul-Kummî'den naklen şöyle diyor: "Hz. Musa, İsrailoğullarını denizden geçirip karşı kıyıdaki sahraya ulaştırınca, dediler ki: 'Ey Musa, bizi mahvettin, öldürdün ve uygarlıktan çıkarıp gölgeliksiz, ağaçsız ve susuz bir çöle getirdin.' Bunun üzerine gündüz vakti bir bulut onları gölgelendirip güneşin yakıcı sıcaklığından korurdu. Geceleyin kudret helvası bitkilere, ağaçlara konar, onlar da yerlerdi. Gece yarısı kızartılmış kuş gelir sofralarına konardı. Yiyip içtikten sonra kuş tekrar uçup giderdi. Hz. Musa'nın yanında da bir taş vardı. Bu taşı kampın orta yerine koyar, sonra da asasıyla vururdu. Bunun üzerine taşta oluşan on iki gözenekten su fışkırırdı. Yüce Allah'ın da vurguladığı gibi, her gözeneğin suyu bir oymağa doğru akardı. İsrail-oğulları o sıralar on iki oymaktan oluşuyordu." 

Üstad Mevdudi “Hz. Musa’nın asasının vurduğu kaya, bugün de, Sina Dağı yakınlarında üzerinde on iki deliğiyle görülebilir” diyor.

İsrailoğulları on iki kabile idi. Arasında su kavgaları olmaması için kayadan on iki pınar fışkırtılmıştı. Her bir kabile bir pınardan faydalanıyordu.

 

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com