ANALİZ
Giriş Tarihi : 11-09-2023 20:49   Güncelleme : 16-09-2023 06:24

Süleyman Seyfi Öğün yazdı: Lümpen kapitalizm ve kapıdaki tehlike..

Süleyman Seyfi Öğün yazdı: Lümpen kapitalizm ve kapıdaki tehlike..

İnsanın fikr-i tâkip üzerinden, dünyânın jeopolitik ve jeostratejik hâdiselerini tâkip edip, bunun tekmil insanlığa çok ağır bedeller ödetecek olan çok sancılı bir gidişât olduğunu kavraması fazla zaman almayacaktır. Yeter ki her gece haber niyetine kendisine kadınları döven erkekleri, trafik kazâlarını ve miyavlayan köpekleri seyrettiren medyadan uzak kalsın.

Aslında hâdiselerin kötüye evrilmesi çok hızlı oldu. Son çeyrek asır dikkâte alındığında nereden nereye geldiğimizin çok düşündürücü olduğu muhakkak. 1990’lar bir bahar iklimini getirmişti. II.Umûmî Harb’in sonunda kurulan, topyekûn nükleer bir yıkım ihtimâlini taşıyan, bu sebeple de Dehşet Dengesi veya Soğuk Savaş olarak bilinen bir dünyânın sona erdiği, feraha çıktığımızı zannetttiğimiz bir merhaleydi bu. Demir Perde yıkılmış, “Komünist karanlık ve Mezâlim” nihâyete erdirilmişti.

(Sanki Şili’de olanlar mezâlim değildi). Artık dünyâyı “özgürlük”, “daha çok demokrasi” ve ekonomik olarak da yeni liberal siyâsetler üzerinden “refah” bekliyordu.

1987 Borsa krizi ilk büyük şoktu. 1997’deki Pasifik Krizi’ne 2000’li senelerin başlarında yaşanan bir dizi kriz daha eşlik etti. Meksika, Arjantin ve Türkiye gibi yarı merkez dünyâlarda yaşananları, cirmi kadar yer yakan mahallî krizler olarak ihmâl etsek de manzara değişmiyor. Krizler giderek merkez dünyâyı ve onun kalesi olarak görülen ABD’yi de vurmaya başlamıştı. 2000 senesinin başlarında yaşanan Teknoloji Piyasası Krizi olarak da bilinen (dot.com Krizi) ve nihâyet 2008’de emlâk piyasasını vuran mâhut Mortgage Krizi ,senaryoda ters giden bir şeyler olduğunu düşündürmeye yeter, artardı. Ama zihin ne yazık ki çok defâ perdeli çalışıyor. 1990’ların başındaki o iyimser havaydı zihinleri perdeleyen. Her krizde bunun ârızî olduğuna inandırdık kendimizi. 2008-2019 arası ise daha düşündürücü oldu. Mortgage Krizi’ni aşmak için basılan akıl almaz karşılıklı paraların köpürttüğü dünyâda yaklaşık 10 senelik sahte bir mutluluk devri daha yaşadık. 2019 Krizi ve arkasından yaşanan Pandemi, dünyâ ekonomisini perişan etti. Son 3 senedir toparlanma emâresi görmek bir tarafa, her sene daha da kötüye gidildiğini görmekteyiz. 2010’ların balayıları devâm ederken bunu yazıyor ve söylüyorduk. O zaman bizleri eleştirenler bedbinlikten mustarip olduğumuzu söylüyorlardı. 2019’u kerteriz noktası alırsak, gidişâtın insanlığı, küresel bir yıkım doğurması mukadder olan bir savaşlar çağına sürüklediğini iddia etmek artık bir bedbinlik gösterisi olmanın çok dışına çıktı; bunu ifâde etmek de vak’ay-ı âdiyeden oldu.

Ekonomik krizler ekonomik daralma, durgunluk ve çöküş gibi dramatik göstergelerle anılır. İlk evre, yâni durgunluk, ekonomik değer üretmek güdüsünün düşmesidir. Üretim kapitalizminde bu, mâhut arz-talep dengesizliği sebebiyle dönemsel olarak sıklıkla yaşanmıştır da. Ekonomik değer kaybı sâdece ekonomiyle sınırlı kalmaz. Başta ahlâkî olanları da tekmil değerleri de gözden düşürür. Topyekûn bir değer kaybıdır bu. Kapitalizm çok defâ militarizmleri devreye sokarak, hem teorik-ideolojik hem de pratik taraflarıyla bunu çözmüştür. Bu süreç şöyle işler: Ekonomik krizlerin siyâsal- kültürel neticesi, günlük hayatlarda gerilim ve şiddetin yükselmesi, anlayış ve hoşgörünün azalmasıdır. Bunu demokrasilerden ve kalitesi iyice düşmüş olan siyâset sınıflarından kitlesel ölçeklerde soğumak, aşırı popülist sağların güçlenmesi tâkip eder. Müşterek düşman târif edilir ve emek askere çağrılarak savaş örgütlenir. Bu aslında ekonominin durmuş çarklarını çevirmek için yapılır. Çünkü savaş en yüksek talep patlamasını sağlar. Ardından ağır tahribatlar doğuran savaşlar yaşanır. Barış ise yıkılanı yeniden inşâ etmek adına ekonomik faaliyetleri yeniden canlandırmaktır.

Bugün tablo buna benzemekle berâber daha derinlerde bundan çok farklı seyrediyor. Evet, kapitalizm bir durgunluk yaşıyor. Ama bu durgunluk, üretim ekseninde örgütlenmiş bir kapitalizmin durgunluğu değildir. İyice geriye gidecek olursak kriz, daha 1970’lerde başlamıştı. Târihsel olarak üretimin üssü olan Batı’da yaşanan, mâliyet artışı ve verimlilik kaybıyla seyreden bir düşüştü bu. Üretimi ucuz mâliyetli Asya’ya kaydırmak sûretiyle bunu telâfi etmek palyatif bir çözümdü. Ama en az 30 sene boyunca Batı’yı rahatlattı. Keyiflerince bastıkları sınırsız paralarla zahmetsiz olarak dünyânın artığını çekmeyi, üretim ve bütçe açıklarını kapatmayı becerdiler. Dünyâ üretti, onlar tüketti. Yetmedi, dünyâyı borçlandırarak yeni bir talan ekonomisini örgütlediler. Tabiî ki bunun bir sonu vardı. Çevrimlerdeki aksamalar kapitalizmi bugünkü noktasına taşıdı. Bunun adı, üretimde kaybetmiş ve tüketime alışmış kamuoylarına sâhip lümpen kapitalizmdir. Elinde kalan son iki güçten birisi olan finansal gücünü de, bugünden yarına olmasa bile kaybedeceği anlaşılıyor. Son gücü ise askerî. Bunu kullanarak dünyâda kontrolü yeniden sağlamak istiyor. Şimdi bu yazının en vurucu iddiasını ortaya koymak zamanı geldi: I. ve II. Umûmî Harpler, üretim kapitalizminin krizli çevrimleri üzerinden yaşandı. Soğuk Savaş bile üretim kapitalizminin akılcı disiplin ve örgütlülüğüne sâhipti. Dehşet vardı ama dengeleniyordu. Savaş vardı ama sıcak değil soğutulmuştu. Üretim rasyonalitesi diplomasiye de yer açıyor ve kimsenin kazanamayacağı toplu yıkım ihtimâlinin önüne geçiyordu. Bugün karşı karşıya olduğumuz tehlike, üretici vasfını kaybetmiş, kitleleri paradan para kazanmaya, karşılıksız basılan paralarla borçlanarak tüketmeye alıştırmış lümpen, lümpen olduğu kadar da şımarık, fütursuz, dar görüşlü kapitalizmin kriziyle muhatap olmamızdan kaynaklanıyor. Devletlerarası ilişkilerin yaşadığı anomi riskleri arttırıyor. Lümpen kapitalizmin üretim kapitalizminin insanlığa ödettiği bedelleri rahmetle yâd ettirecek derecede gözü kara olduğunu görüyorum. Lümpen kapitalizmin siyâsal kadroları, araya girip barışı nasıl kurarız diye düşünmüyor. Yaklaşık 1 milyon insanın öldüğü artık neredeyse kesinlik kazanmış olan Rusya-Ukrayna Savaşı’nı daha da azdırmak azim ve kararlılığında, seyreltilmiş uranyum taşıyan silâhların fütursuzca sâhaya sürülmesinden somutlaşıyor bu gözükaralık. Ukrayna’nın 500.000 evlâdını kaybettiğinin konuşulduğu yerde Stoltenberg’in yüzündeki donuk ve umursamaz ifâdedir bundan sonra yaşayacaklarımıza ışık değil karanlık düşüren..

Allah sonumuzu hayır etsin..

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com