ANALİZ
Giriş Tarihi : 26-01-2023 19:45   Güncelleme : 05-02-2023 15:51

Şakir Diclehan Yazdı: Sezai Karakoç’un Gözüyle Şeyh Sait Hareketi...

Şakir Diclehan Yazdı: Sezai Karakoç’un Gözüyle Şeyh Sait Hareketi...

Her çağda, en büyük ve en ağır yük, toplumun içinde sivrilerek bilgi, cesaret ve düşünceleriyle ön plana çıkan ve bu uğurda her türlü tehlikeye göğüs gererek yol alan, aynı zamanda ideali uğuruna gereğinde darağacında can vermeyi göze alan insanların omuzunda olmuştur hep…

 İlk insandan başlayarak günümüze dek ve günümüzden de kıyamete kadar sürecek olan insanlık ve hakikat uygarlığını yaşatan, geliştiren, yükselten, koruyan ve ileri noktalara taşıyan, toplumun lider ve önderlerinden başkası değildir.

İnançtan gelen bir güçle yola çıkan, tükenmez bir enerji, umut ve aşkla halka önderlik eden Şeyh Sait hakkında lehte ve aleyhte çok şey yazılmış. Çok söz söylenmiş ve değişik değerlendirmelerde bulunulmuştur.

Biz bu yazımızda, bugüne kadar pek bilinmeyen ve herkesin merak ettiği Sezai Karakoç’un hareket hakkındaki görüş, düşünce ve değerlendirmelerine yer vererek bazı tespitlerde bulunacak ve açıklamalar yapacağız.

Sezai Karakoç’un doğum tarihi, her ne kadar nüfus cüzdanında 22 Ocak olarak gösterilse ve yazılsa da annesinin verdiği bilgilere göre, doğru olan tarih, eskilerin “Gulan” dedikleri 1933 senesinin Mayıs ayıdır. Yani Şeyh Sait Hareketinden 7 yıl sonraki bir tarihtir. Evet, Cumhuriyetin 10. Yıldönümünde, “Eskiyi unut, yeni yolu tut” nakaratları ve “on yılda on milyon genç yarattık yeni baştan” marşları söylenen bir dönemde, dünyaya gelir Karakoç. Dışta Hitler’in iktidara geçtiği, içte de artık cumhuriyetin ve devrimlerinin yerleşmiş kabul edildiği yıl. Edebiyat Dünyasında da Ahmet Haşim’in öldüğü yıl, 1933 yılı. Dolaysıyla Karakoç’un anlattıkları, babasından, amcasından ve Şeyh Sait hareketini görenlerin anlattıklarından oluşmaktadır.

Karakoç, ilkokula doğduğu yer olan Ergani’de başlar, babasının işlerinin bozulması üzerine bugün adı Dicle olarak değiştirilmiş olan Piran ilçesine taşınırlar. Karakoç’un Ergani’den Piran’a yaptığı yolculuğun ilginç bazı yanları bulunmaktadır. İyi bir gözlemci olan Karakoç bu seyahatini şu şekilde kelime kalıplarına döker: “1939 güzü Ergani’den Piran’a göçtük. Ben Makam dağı da denilen Zülküfül dağının (Ergani) arkasındaki bahçemizde iken, ailemiz Piran’a gitmiş. Bir gün ağabeyim geldi, biz de bir kamyonun üstünde Piran’a gittik. Bir jandarma kocaman bir radyoyu kucaklamıştı. O zaman için radyo yeni bir şeydi bizim oralarda. Ben de ilk kez radyoyu Ergani’de kısa bir süre önce görmüştüm. Bir gün Belediyenin yanından geçerken içeri insanların koşuştuğunu gördüm. Çok küçük olduğum halde ben de girdim. Ufak bir odada insanlar, bir köşeye doğru eğilmiş, kafaları yukarda öyle kalakalmışlardı. Adeta boğulan bir adamın sesi geliyordu o köşeden. Baktım, baktım orada sandık gibi bir kutudan başka bir şey göremedim. Sesin oradan geldiğini sezer gibi oldum. İşte jandarma da herhalde yeni ilçe olup, Eğil adını alan Piran’a radyo götürüyordu. Meşeliklerin ortasından geçiyorduk. Bir ara jandarma, üstten vurarak şoförü durdurdu. Meşelerin arasında biri on, biri de beş yaşında iki çocuk vardı. Arabanın durduğunu görünce, ağaçların arkasına saklandılar. Ama onları görüyorduk. Jandarma gelmeleri için eliyle işaret etti. Onlar da geldi. Başlarında evde dokunmuş yünden bir başlık vardı. Elleriyle bu başlıkları arkalarında saklıyorlardı. Jandarma vermelerini istedi onları. Çocuklar da istemeye istemeye verdiler. Jandarma çocukları şiddetle azarladı. Türkçe bilmiyorlardı. Kamyondaki yolcular jandarmaya tercümanlık yapıyorlardı. Kimse ağzını açıp bir şey söylemiyordu. Takkeleri ellerinden alınan küçük çocuklara sert bir şekilde haydi gidin! Deyince birden fırlayıp ucuz kurtulduklarına sevinerek, adeta uçarak kaçıp gittiler, ağaçlar arasında kayboldular. Jandarma ile birkaç kişi gülüyorlardı arkalarından jandarma bıçağıyla bu beyaz takkeleri (ki bizde ona terlik denir, köylülerin mahallî başlığıdır) iki parça edip istifrağ eden (kusan) bir iki kişiye verdi. O zamanlar benzine çoğunlukla alışkın olunmadığından istifrağ edenler (kusanlar) vardı. O yaşında da bu hareketin çirkinliğini, zalimliğini görmüş, o çocuklara acımış, kamyonda olmaktan utanç duymuştum. İşte size 1939 yılından, tam otantik bir tablo: jandarmanın şapka kanunu uygulaması. Güya o yerli serpuş, şapka kanuna aykırıymış. Oysa kendi elleriyle dokudukları ve belki bin yıldır giydikleri bir şeydi o başlık. Ne yapsalardı yani? O çocuklar başlarına melon şapka mı geçirselerdi? Sonra arabamız hareket etti. Dicle’yi geçtik. İkindi vaktiydi. Dicle, sanki gümüşten bir çizgi gibi parlıyordu. Piran’a girdik.” Önemli olan bu konuya devam edeceğiz. 

Birkaç bölüm halinde sürecek olan açıklamalarla, Sezai Karakoç’un Şeyh Said hareketine bakışını, değerlendirmesini ve sonuçlarıyla ilgili görüşlerini ortaya koyacak ve böylece konuya açıklık getirmeye çalışacağız. 

İslam insanı, derin ve köklü metafiziğiyle bir kişilik olduğu kadar, tarih bilinci ve toplum dokusuna yürek bağlılığıyla en sosyal bir insan prototipidir de… İslam insanının anonimliği, bilinçsizlik anonimliği değil, tersine bilinçlerin aynı yöne dönmesi ve aynı yönde derlenip toplanmasından doğan bir anonimliktir.

İslam’ın insan ideasında, kendini toplumda hakikat ideasına adama anonimliğidir. İşte Şeyh Said, bu özellikleri kendi nefsinde toplayan karizmatik lider vasıflarına sahip donanımlı bir insandır kuşkusuz. Onun güçlü etkinliği, tekke şeyhliğinden gelmekteydi. “Tekke, toplumun nabzını tutan, onu yönlendiren, kendisine bağlı olsun olmasın, bölge halkı tarafından saygı ve ihtiram gören, dini, sosyal ve siyasi fonksiyonları olan popüler bir halk eğitim kurumudur. Tekke deyince akla sadece “hatm-i hacegan” (Nakşibendi tarikatının önemli adaplarından biri olan aynı zamanda cemaat ile toplu hâlde yapılan bir zikir halkası. Kuran ve sünnette övülen ve teşvik edilen zikir çeşitlerinden biri)           

Bu yüzden tekke şeyhleri, nüfuz, ilim, karizma ve manevi güçlerine binaen, halk üzerinde etkinliği olan, kimi zaman halk üzerindeki bu nüfuzu, merkezi yönetime nüfuzundan daha fazla olan kanaat önderleri olarak ortaya çıkmış ve dolaşmışlardır. Şeyh Said hareketinin bu kadar etkili ve katılımlı olmasının nedeni, bu misyonun gücünde aranmalıdır. Şu da söylenebilir ki, Şeyh Said nüfuzu olmamış olsaydı, bu hareket, benzeri birçok küçük çaplı inzibat olayı gibi unutulup giden sıradan olaylardan biri olacaktı.

Şeyh Said, birkaç cepheden hareket etmiş ve merkez olarak düşünülen Diyarbekir’e ulaşmak için adeta kendiliğinden oluşan bir eylem ve cephe söz konusu olmuştur.

Karakoç’un Halil adında bir amcası vardır ve kendisinin verdiği bilgilere bakılırsa, 1963 yılına kadar yaşamıştır. Halil amcası, Dicle’den yola çıkıp Ergani’ye kadar ulaşan Şeyh Said adamlarını misafir eden bu yörenin ileri gelenlerinden biridir. Şeyh Said’in adamları, Piran (bugünkü Dicle) kasabasından harekete geçip Ergani’ye geldiklerinde, Ergani’nin kalburüstü insanları, şehir yağmalanmasın diye Şeyh Said’in ileri gelenlerini karşılamış ve misafir etmeyi kararlaştırmışlardır. Karakoç’un anlattıklarına göre: “Şeyh Said’le gelen köylüler, hükümet konağını basıp nüfus, adliye ve tapu kayıtlarını yakmışlar. Halk da “köylü bastı” diye büyük bir paniğe kapılmış, çoğu evlerin kapılarını sıvayarak Dağa kaçmaya başlamışlar. Babam, evde dayılarımı bırakarak, parayı ve altınları alıp dağa gitmiş. Ama amcam, evde ortada olan antika, değerli eşya ve ne varsa kaldırmak isteyen ev halkına mâni olmuş. Her şey ortada olacak demiş. Şeyh Said’in bir kumandanını (bir ağa) misafir etmek de amcama düşüyormuş. O kişi adamlarıyla gelmiş. Adamları hemen ortalıktaki eşyaları almak isteyince mâni olmuş: “Bakın, bu zat, bizi misafir saymış, yoksa eşyayı ortadan kaldırırdı. Kim bir tek eşyaya elini sürerse cezasını veririm” demiş. Amcam gelenekleri iyi bildiğinden eşyayı saklatmamış. Eğer eşya saklansaymış, herhalde ev tümden yağmalanırmış. Nitekim aldıkları bu “misafir etme” tedbiriyle şehir yağmalanmaktan kurtulmuş. Şeyh Said de adamlarıyla birlikte şehri terk edip gitmiş. Amcam, İstiklal Mahkemesi’nde bir belge çıkarıp mahkemeye sunmuş. “Halk bir mazbata ile beni reis seçti, bende şehri korumak için bu tedbiri aldım ve şehri korudum” demiş ve beraat etmiş. Ancak aylarca baskı altında kalmış, fakat asla fütur getirmemiş. Erganililer Şeyh Said’i bir din âlimi bilmekle beraber ondan daha büyük âlimler bulunduğunu kabul ettiklerinden, onu bu türlü karşılamaları, ona katılmaktan çok, yağmalanmaktan şehri koruma tedbirine yöneliktir. Amcam, daha o zaman Şeyh Said’in yenileceğini, çünkü onların bir devlet olmadığını söylemiş.”

Karakoç, bu hareketi değerlendirirken bazı tespitler yaparak değişik yorumlarda bulunur: “Amcamın devlet tecrübesi ve uzak görüşlü olduğu anlaşılıyor. Onun nazarında devlet, ferdin çok üstünde bir mertebe. Osmanlı halkının devlete saygısı sanırım amcamda adeta somutlaşmış. Ama o devleti muhakkak ki Cumhuriyette bulamamıştır. Fakat ona isyanı da düşünmemiştir.

     Amcam, Ergani’nin bir köyünde görevdeyken sabah vakti abdest almaya gittiğinde de bazı kişilerin silahlı nöbette olduğunu görmüş. Kendini misafir eden ağaya: “Ağa bu nedir” deyince, Ağa: Şu anda Şeyh Said geliyor. Sen de devletin memurusun, seni bırakamayız” demiş. Geleneği çok iyi bilen amcam: “ben şimdi gidiyorum. Sen beni tutamazsın. İstersen arkamdan silah attır” demiş ve çıkıp Ergani’ye gitmiş. Çünkü: misafire böyle muamele adetlere göre çok yüz kızartıcı bir olaydır. Unutulmaz. O kişinin aleyhine olarak hep anlatılır. Ona kimse güvenmez artık. Misafire tam bir güven vermek, yöremizin güzel adetlerindendir. Bunu bilen amcam, Ergani’ye sağ salim ulaşmış.”

Dünyada kalan son insanın yalnızlığına benzer bir yalnızlıkla çevrilmiş olan Şeyh Said, bu dünyada kaderin eli tarafından sonu kestirilemeyen bir hareketin içine itilmiş, kendisine uzatılan dost eller yavaş yavaş azalmış, sesler kısılmış ve o gün gerçek yalnızlığı yaşamaya mahkum edilmiştir. (SÜRECEK)

Hacı Hüsnü Efendi’nin medresesi varmış. Kadılık ve müftülük de yapmış. Şeyh Said isyanında, anlattığım gibi, şehre bir zarar gelmesin diye Şeyh Said’i ve adamlarını misafir etmişler. Şeyh Said’i de bizzat Hacı Hüsnü Efendi misafir etmiş. Bu sebeple, o da amcam gibi Elâziz’de İstiklâl Mahkemesi’nde muhakeme edilmiş, sonra Menemen’e sürülmüş. Bir yıl sonra da affedilerek ya da beraat ederek Ergani’ye dönmüş.

FarklıBakış

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com