ANALİZ
Giriş Tarihi : 04-10-2022 10:12   Güncelleme : 17-10-2022 20:31

Mücahit Gültekin Yazdı: Mehza Emini Vakası ve Kadın Hakları Söylemi...

Mücahit Gültekin Yazdı: Mehza Emini Vakası ve Kadın Hakları Söylemi...

Mücahit Gültekin İslami Analiz'de "Mehza Emini Vakası ve Kadın Hakları Söylemi..." başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İşte o yazı: 

Şimdi nasıl yapar CIA? CIA yapar, organik bağlarıyla yapar. Sözünü ettiğim psikoloji vardır istihbaratçılar arasında. Benim istihbarat şefim, kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı oyar. Elinde imkân var (yabancı) adamın. Girmiş [i]nfiltre benim içimde...”

İhsan Sabri Çağlayangil, Eski Dışişleri Bakanı (1971 Muhtırası hakkında İsmail Cem’e verdiği mülakattan)

İnfiltre/İnfiltrasyon (Fr.): Sızma. Sağlık: Doku veya organda bulunmaması gereken hücre, ödem sıvısı veya herhangi bir materyalin birikmesi, yayılması veya normalden fazla bulunması.

***

Tarih 13 Haziran 2022.

Amerikan Yahudi Komitesi (AJC: American Jewish Committee) New York’ta İranlı bir kadına “ahlaki cesaret ödülü” vermek için toplandı. Kadının adı, İran’daki Mehza Emini vakasından sonra küresel bir simge haline gelen Masih Alinecad idi.

AJC Amerika’nın dışında Abu Dabi, Berlin, Varşova, Bürüksel gibi şehirlerde İsrail’i “en üst düzeyde” desteklemek için örgütlenmiş bir kuruluş.[1] 

Alinecad, Amerikan Yahudi Komitesi’ne dört kez üst üste teşekkür ederek başladı konuşmasına. Amerika ve İsrail’den nefret eden bir ülkeden geldiğini belirterek “düşmanımız ortak” dedi ve İran’daki “dini diktatörlüğe” karşı birlik çağrısı yaptı. “Kadın ve erkeğin eşit olduğu bir Ortadoğu’ya ihtiyacımız var” sözleri salondakiler tarafından alkışlarla karşılandı.  İran, Rusya, Çin, Hamas ve Hizbullah gibi diktatörlere karşı hayatlarını tehlikeye atan İranlılara destek istedi, “biz sizin dostunuzuz” dedi; bu sözleri de alkışlarla kesildi.[2]   

Alinecad’ın başörtüsü konusunda söyledikleri ise özellikle önemli. İran’daki başörtüsü uygulamasını Berlin Duvarı’na benzetiyor. Berlin Duvarı’nın yıkılması nasıl ki, Komünizm’in yıkılmasına yol açtı ise, aynı şeyin başörtüsü için de geçerli olduğunu söylüyor.[3]

Masih Alinecad, aynı zamanda “LGBT hakları” savunucusu. ABD ve Batılı “insan hakları” kuruluşları bütün dünyada olduğu gibi İran’da da LGBT’nin yaygınlaşması için büyük çabalar harcıyor. İran’da LGBT aktivizmi yasak olduğu için LGBT’yi destekleyen kişiler Batı’da örgütlenmeye çalışıyor. Örneğin Şadi Amin’in koordinatörlüğünü yürüttüğü Almanya merkezli İranlı LGBTİ Hakları Grubu bunlardan biri.

Alinecad 2015’ten bu yana ABD yönetimi tarafından finanse ediliyor. 2022 yılı itibariyle 628 bin 100 dolar ödeme yapılmış kendisine.[4]

Türkiye de uzun yıllardır aynı merkezlerin hedefinde.

ABD’nin Dışişleri Bakanlığı tarafından kurulan “Küresel Eşitlik Fonu” aracılığıyla 100’den fazla ülkede LGBT örgütleri finanse ettiği biliniyor. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Dışişleri Bakanlığı’nın web sitesinde yayınlanan açıklamasında şunları söylüyor: “Küresel Eşitlik Fonu, olumlu değişimi katalize etmek için insan hakları savunucularına acil yardım ve kökleşmiş LGBTQI+ kuruluşlarına insan hakları programlama desteği sağlar ve gücünü, benzer düşünceye sahip hükümetler, işletmeler ve vakıflardan oluşan uluslararası bir koalisyonun desteğinden ve ortaklığından alır.”[5] Daha ayrıntılı bilgi için dipnotta verilen linke tıklayabilirsiniz.[6]

*

Günümüzde “hak” temelli söylemlerin (kadın hakları, LGBT hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, çevre hakları gibi) yeni sömürgeciliğin “etkili” bir aparatı olarak kurgulandığını fark etmek zorundayız.

Etkili diyorum, çünkü bu söylemlerin tekabül ettiği bir gerçeklik var. Günümüzde kadınlara, çocuklara, hayvanlara, doğaya vb. haksızlık, ayrımcılık yapılması, şiddet uygulanması söz konusudur. Ancak yeni sömürgecilik neyin haksızlık/şiddet olduğunu, neyin ayrımcılık, neyin dayatma olduğunu ve çözüm olarak ne yapılması gerektiğini kendi kavramsal sistemine dayanarak ve kendi kurduğu hukuk sistemi aracılığıyla tanımlar ve sınıflandırır. Bu yolla sözünü ettiğim “haksızlıkları” ve “şiddeti”  politik baskı ve yeni bir toplumsal inşa aracı olarak kullanmaktadır. Dolayısıyla “adli” bir vaka ya da bozgunculuk olarak tanımlanabilecek pek çok olay “politik özgürlük” hareketine dönüştürülebilir. Başka bir ifadeyle Batılı değerler, “bilim” ve “evrensel hukuk” diline tercüme edilerek hedef ülkelerin müfredatına ve hukuk sistemine yerleştirilmekte, bunlar aracılığıyla sömürgeleştirme devam etmektedir. Buna itiraz eden ülkeler ise, uluslararası kurumların aracılığıyla “ayrımcılık yapmak”, “özgürlükleri kısıtlamak” vb. gibi gerekçelerle suçlanmakta; ilgili ülkeler finanse ettikleri kişi ve “STK”lar aracılığıyla baskılanmaktadır. Diğer taraftan bu hareketler kapitalist ve liberal değerlerin değişen ihtiyaçlarına uygun olarak yeniden kurgulanabilmektedir.

Baskı ve sömürünün daha başlangıçta tanımlar aracılığıyla kurulduğunu fark etmek önemlidir. Kadının, erkeğin, insanın, hayvanın, doğanın, makinenin vb. nasıl tanımlanacağına Batılı düşünce karar vermektedir. Hukuku ve özgürlüğü de kendileri tanımladıkları için, Batılı değerler sisteminin dışında kalan diğer kültürlerin “baskıcı”, “dayatmacı” ve “kısıtlayıcı” olması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Batı’nın yaptığı tanımlamaların pek çoğunun “müteşabih” olduğunu görmek de ayrıca önem taşır. Bu kavramlar çoğunlukla “net ve açık” bir şekilde tanımlanmaz; kişiye, yere ve konjonktüre göre yeniden yorumlanabilecek bir şekilde ucu açık bırakılır. Açık ve net olarak tanımlandıkları durumlarda ise, işlerine gelmediğinde, bu tanım sonraları değiştirilebilir. Değiştirilmese de o tanıma bağlı kalınmayabilir.   

Örneğin günümüzde kadın kavramının karşılığının ne olduğu belli değildir. İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası hukuk metinleri “gender identity” (toplumsal cinsiyet kimliği) kavramını getirerek cinsiyet kavramını bulanıklaştırmaktadır. Artık günümüzde İngiltere ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde de gördüğümüz üzere “beyanla” cinsiyet değiştirmek mümkündür. Yani bir erkek “kadınım” diyerek, bir kadın “erkeğim” diyerek diğer cinsiyete geçiş yapabilmektedir.[7] Dipnotta verdiğimiz makale linki, konuyu daha ayrıntılı bir şekilde ele almaktadır.[8]

Sadece kadın değil; “aile”, “çocuk”, “evlilik”, “şiddet”, “cinsellik” gibi kavramlar da Batılı kültürel değerler temelinde tanımlanmakta ve evrenselmiş gibi sunulmaktadır.

Kendi yaptıkları tanımlara bağlı kalıp kalmayacakları; hangi ihlale nasıl tepki verecekleri ise dediğim gibi tamamen keyfidir. Örneğin Mehza Emini’nin ölümü sebebiyle İran’da rejim değişikliği istenirken, ABD’de sadece 2015’te 48 siyah kadının polis tarafından öldürülmesi[9] orada bir rejim değişikliğini gerektirmemektedir. 

Dahası, Türkiye ve İran gibi ülkelere “kadın hakları” ve kadının özgürlüğüne model olarak sundukları ülkelerin durumudur. Gerçekten de, sormamız gerekmiyor mu: Varsayalım kadın bizim toplumlarımızda, bizim kültürlerimizde özgür değil, peki bize hangi ülkeyi, hangi kültürü model olarak gösteriyorsunuz?

Bize söyledikleri ve önerdikleri şey toplumsal cinsiyet eşitliği. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin en üstünde yer alan İskandinav ülkelerine baktığımızda ise kadının durumu hiç de iç açıcı değil. Üstelik Mehza Emini için ortalığı tozu dumana katanların, bu ülkelerdeki trajedi için ağızlarını bıçak açmıyor.

Örneğin 2012’de toplumsal cinsiyet eşitliğinde birinci sırada yer alan İzlanda (2022’de de ilk sırayı koruyor) tecavüz oranları verilen 50 ülke arasında dördüncü sıradaydı. Aynı zamanda bu ülkede doğan çocukların %65’i evlilik dışı doğuyordu. Yine ikinci sırada yer alan Finlandiya (2022’de de 2. sırada) tecavüz oranları verilen 50 ülke arasında 7. sırada yer almaktaydı. Bu durum son yıllarda saklanamayacak boyutlara ulaşmış, uluslararası kurumların raporlarına yansımaya başlamıştır. Uluslararası Af Örgütü’nün 2019’da yayınladığı bir raporu Euro News “Cinsiyet Eşitliğinde Zirvedeki İskandinav Ülkelerinde Tecavüz Oranları Korkutucu Seviyede” başlığıyla haberleştirmiş ve şu ifadeleri kullanmıştır: “Finlandiya'da her yıl yaklaşık 50 bin kadın tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalmasına rağmen sorumluların çoğu adalete teslim edilmiyor.”[10] Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo bu durumu “paradoks” deyip geçiştiriyor.

*

“Hak” ve “özgürlük” temelli bu hareketler aracılığıyla pek çok ülkede rejim değişikliği yapılabilmekte; bu ülkeler ABD ve Batı emperyalizminin sömürgeleri haline getirilmektedir. Dünyanın en büyük LGBT çatı kuruluşu olan (132 ülkede yapılanmış) ILGA’nın yayınladığı ve Türkçe’ye de çevrilen “Etkili Bir LGBT Savunuculuğu İçin Altı Adım” başlıklı belge Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan, Moldova, Kazakistan, Kırgızistan ve Ukrayna’da LGBT’nin yaygınlaştırılmasında izlenen strateji ve taktikleri anlatmaktadır. Belgede yer alan şu ifadeler, LGBT ideolojisinin yaygınlaşması amacıyla uluslararası hukukun nasıl dayanak kılındığını açıkça göstermektedir:

“Bu el kitabının hedef grubunu oluşturan devletler temel hukukî insan hakları anlaşmalarını kabul ettikleri için, bütün vatandaşlarının bu haklarını korumak, gözetmek ve güvence altına almakla yükümlüdürler. LGBTT bireylerin İnsan haklarının savunuculuğunun temeli işte bu noktada yatmaktadır.”[11]

*

Aileyi yıkmak; kadını, erkeği ve çocuğu uluslararası haz endüstrisinin sermayesi haline getirmek bugün Batı tarafından küresel bir proje olarak uygulamadadır. Buna karşı çıkan kültürler “sağcı”, “faşist”, “gerici”, “yobaz” gibi etiketlerle damgalanmaktadır.

“Ayrımcılığı” “ötekileştirmeyi” dillerinden düşürmeyenler ayrımcılığın, ötekileştirmenin, düşmanlığın âlâsını yapmakta bir çekince görmemektedir. Dahası kurdukları uluslararası sistem ayrımcılık, ötekileştirme ve kayırma üzerine kuruludur.

İran İslam Cumhuriyeti bu dayatmalara boyun eğmediği için 43 yıldır uluslararası statükonun hedefindedir. Sadece İran değil, bizim ülkemiz ve dünyanın diğer halkları da aynı merkezlerin saldırısı altındadır.  

Batılı devletler kendi ülkelerinde halkları kabul ettiği sürece istedikleri kanunu çıkarıp, uygulayabilirler. Ki, kendi halklarını da manipüle etmektedirler ama orası ayrı bir yazı konusu. Peki, onların kurallarını, tanımlamalarını biz niye kabul etmek zorundayız? Niye Batılı kültür “evrensel kültür” oluyor? Buna itiraz etmek neden “haydutluk”, “gericilik”, “yobazlık” olarak damgalanıyor?

Bunu fark etmeyen/fark edemeyen “iyi niyetli” bazı kişi ve kurumlar Batı’nın manipülasyonlarına kanıp kendi kendilerini sömürge haline getirmektedir.

Bazıları da Batı’nın kültürel taşıyıcılığını profesyonel meslek olarak yapmaktadır.

İhsan Sabri Çağlayangil’in “infiltre” tespiti tam da buraya oturmaktadır.

Batılı istihbarat kurumları (bunları sadece CIA’da çalışanlar olarak görmemek gerekir; bazen akademisyen, bazen gazeteci bazen de din adamı kisvesine bürünebilirler) “hak” gibi bir kavramı infiltre olarak kullanmakta; toplumsal bünyeyi zayıflatıp kötürümleştirmekte; toplumları bir birine düşman haline getirmektedir.  

*

Peki, bizde yanlış yok mu? Bu yanlışları konuşmayalım mı?

Elbette ki var ve elbette ki konuşalım; ama bu yanlışları emperyalizmin istediği yerde, istediği zamanda, istediği şekilde ve onların istediği kavramlarla konuşarak bu yanlışları düzeltemeyeceğimiz gibi, daha büyük yanlışlara ve savrulmalara kapı aralayacağımız da açıktır. Kadını savunurken erkeği, çocuğu savunurken anne-babayı, hayvanı savunurken insanı kurban eden hastalıklı bir hak anlayışını bize dayattıklarının farkında değil miyiz? 

Diğer taraftan unutmamamız gereken bir gerçek var: Biz işgal edilmiş bir ümmetiz. Dağıtılmış, parçalanmış; aralarına psikolojik, zihinsel ve fiziksel sınırlar konulmuş bir ümmetiz. En kutsallarımız, en mahremimiz, en dokunulmazlarımız her gün saldırıya uğruyor.  Bunun için sadece Kudüs’e bakmanız yeterlidir.

İnsan haklarından, kadın haklarından, çocuk haklarından bahsedenlerin İsrail vahşetine nasıl göz yumduklarını görüyorsunuz.

İsrail’in varlığına onay verenlerin haktan-hukuktan, özgürlükten bahsetmelerini nasıl kabul edebiliriz?

Başörtüsünü yakanların gerçekte bütün değerlerimizi yakıp kül etmek istedikleri açık değil mi?

Alinecad gerçekten de yeterince açık konuşmamış mı?

*

Şüphesiz Allah her şeyi görüp, gözetlemektedir. O her şeyi haber almaktadır, kalplerde saklı olanı bilmektedir. O ne güzel bir yardımcı ve ne güzel bir vekildir.

[1] https://www.ajc.org/issues/israel
[2] https://www.youtube.com/watch?v=62LnSLRCc2w
[3] https://www.ajc.org/news/american-jewish-committee-presents-moral-courage-award-to-masih-alinejad
[4] https://govtribe.com/vendors/masih-alinejad-7dek1#related-federal-contract-awards-table
[5] https://www.state.gov/global-equality-fund/
[6] https://islamianaliz.com/makale/9248724/mucahit-gultekin/amerikan-dis-politikasinda-lgbt-ve-turkiye
[7] https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/08/21/tebrikler-terfsiniz-cinsiyet-kimligi-aktivizmi
[8] https://www.academia.edu/67735499/Feminizmin_Queer_S%C4%B1nav%C4%B1_Kad%C4%B1n_Yoksa
[9] https://www.nytimes.com/2020/09/24/us/breonna-taylor-grand-jury-black-women.html
[10] https://tr.euronews.com/2019/04/03/cinsiyet-esitliginde-zirvedeki-iskandinav-ulkelerinde-tecavuz-oranlar-korkutucu-
[11] https://www.ilga-europe.org/files/uploads/2022/04/Hayata-Gecirelim-Etkili-bir-LGBTT-Insan-Haklari-Savunuculugu

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com