ANALİZ
Giriş Tarihi : 19-08-2023 22:04

Fransa Afrika’yı yağmalamaktan hiç vazgeçmedi ama artık masalar devriliyor..

Fransa Afrika’yı yağmalamaktan hiç vazgeçmedi ama artık masalar devriliyor..

"Afrika'nın sorunlarını çözmenin yolu, sömürgeciliğin mirasından ve kalan prangalarından sıyrılabilecek ve kıtanın bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik için gerçek, yerli bir hat çizmesini sağlayacak dönüştürücü liderlerde yatmaktadır."

Belçika kralı bunu yapmak istemeyerek, haksız kazançlarını harcamak için muazzam bir dizi bayındırlık işine girişti ve modern Brüksel'i yarattı. Şimdi AB ve NATO burada toplanıyor ve insanlık tarihinin en acımasız zulüm örneklerinden bazılarının kazançlarıyla çevrelenmişken, evrensel insan hakları konusunda küstahça nutuklar atıyorlar.

Batı Afrika ülkesi Nijer'de 26 Temmuz'da gerçekleşen ve bölgedeki Fransız ve ABD askeri varlığının zayıflatılması tehdidi doğuran darbe, eski Fransız İmparatorluğu'nun Afrika'daki sürekli sömürüsünü tanımlamak için kullanılan bir terim olan Francafrique'in tarihsel yağmasına ve devam eden uygulamalarına da ışık tuttu.

Fransa, enerjisinin yüzde 68'ini nükleer santrallerden elde ediyor. Bu santralleri çalıştırmak için gereken uranyumun yüzde 19'unu da Nijer'den temin etmektedir. Fransa'nın enerji ihtiyacına yönelik bu önemli katkılarına rağmen, Nijerlilerin sadece yüzde 14,3'ünün elektrik şebekesine erişimi var ve bu bile çoğu zaman güvenilmez durumda. Bu keskin tezat, Afrika kıtasındaki eşitsizlikleri ve tecavüzcü yabancı güçler tarafından sürdürülen sömürüyü ifşa ediyor.

Francafrique'in Mirası

Fransa, eski imparatorluğu üzerindeki kontrolünü sürdürmek için baskı, sermaye ve çoğu zaman doğrudan güç kullanarak Afrika kaynaklarından kâr devşirmek için tasarlanmış sömürücü sistemleriyle bilinmektedir. Bunun sonucu olarak, Nijer de dâhil pek çok Afrika ülkesi yoksulluk ve az gelişmişlikle karşı karşıya kalmaya devam ediyor. 

Burkina Faso'nun genç ve karizmatik lideri İbrahim Traore geçtiğimiz günlerde St. Petersburg'da düzenlenen Rusya-Afrika Zirvesi’nde yaptığı konuşmada Afrika'nın kaynak zengini olmasına rağmen halkının yoksul olduğu gerçeğini dile getirdi; bağımlılık ilişkilerini ve yoksulluk durumunu sürdürerek Batı’dan sadaka dilenen Afrikalı liderleri eleştirdi. Ayrıca Afrika'ya dayatılanları bir tür kölelik olarak nitelendirerek şunları söyledi:

"Bugün Burkina Faso'yu ilgilendiren konuya gelince, sekiz yılı aşkın bir süredir emperyalist yeni sömürgeciliğin en barbar, en vahşi biçimiyle karşı karşıyayız. Kölelik bize kendini dayatmaya devam ediyor. Seleflerimiz bize bir şey öğretti: kendi isyanını üstlenemeyen bir köle acınmayı hak etmez. Biz kendimiz için üzülmüyoruz, kimsenin de bizim için üzülmesini istemiyoruz."

Fransa'nın Afrika'daki varlığını tutarlı bir anlatıyla gerekçelendirememesi durumu daha da karmaşık hale getiriyor. Paris açgözlülüğünü açıkça itiraf edemiyor, bir "medenileştirme misyonu" varmış gibi de davranamıyor ve geçmişte işlediği suçlar için herhangi bir sorumluluk kabul etmiyor. Bu amaçsızlık Fransa'nın kıtadaki gücünü zayıflatmakta, şiddet ve yoksulluğa yol açmaktadır.

Batı Afrika'nın bağımsızlık arayışı, Atlantikçileri Rusya ve Çin gibi Avrasya güçlerinin Afrika'daki nüfuzlarını artırmalarına yol açacağı konusunda endişelendiriyor. Batı'nın tepkisi, Afrika ülkelerinin egemenliğine saygı duymadığını ve kıtayı sadece küresel hâkimiyetini sürdürmek için bir tiyatro olarak gördüğünü kanıtlıyor.

Ukrayna savaşının 2022'nin başlarında başlamasından bu yana Atlantikçiler, Küresel Güney devletlerinin Batı'nın Rusya karşıtı politikalarını destekleme konusundaki isteksizliği konusunda endişelerini dile getirdiler; bu eğilim her yerde çok kutupluluğa geçişle daha da güçlendi. Batı hegemonyasının bu şekilde zayıflaması, birçok ülkenin jeopolitik seçeneklerini hevesle keşfetmesi ve ekonomilerini çeşitlendirmesi için kap araladı.

Şubat ayında düzenlenen Münih Güvenlik Konferansı'nda açıklanan bir rapor, Batı ile yaşanan bu gerçek ayrışmanın altını çizmektedir:

"Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki pek çok ülke, ne küresel meselelerde kendilerine uygun bir söz hakkı tanıyan ne de temel kaygılarını yeterince ele alan bir uluslararası sistemin meşruiyetine ve adilliğine olan inancını giderek kaybetmektedir. Pek çok devlet için bu başarısızlıklar Batı politikalarına derinden bağlıdır. Batı liderliğindeki düzenin post-kolonyal tahakküm, çifte standart ve gelişmekte olan ülkelerin kaygılarının göz ardı edilmesi ile karakterize edildiğini düşünüyorlar."

CFA Frangı Tarafından Soyulmak 

İkinci Dünya Savaşı'nın ardından küresel güç dinamiklerinde önemli bir değişim yaşanmış ve galip güçler barışı koruyacak ve ekonomik dengeyi destekleyecek yeni bir dünya düzeni kurmaya çalışmıştır.

Sömürge birliklerinin müttefiklerin zaferinde önemli bir rol oynadığı Afrika sömürgeleri bağlamında, Fransa da dâhil olmak üzere galip güçler, dünya dekolonizasyona doğru ilerlerken bile ekonomik kontrolü ellerinde tutmayı ve eski sömürgelerinden faydalanmayı amaçladılar.

Buna yeni para sistemlerinin kurulması da dâhildi. Fransız lider Charles De Gaulle 1945 yılında Batı ve Orta Afrika’daki eski sömürgeleri için CFA Frangı olarak bilinen iki para birimi yarattı. 1950'lerin sonlarında siyasi bağımsızlık isteği güçlendikçe Fransa, kendisi tarafından hazırlanan bir anayasanın kabulünü oylamak üzere Afrika’daki sömürgelerinde referandumlar düzenledi.

Eski sendikacı Sekou Toure liderliğindeki Gine, Fransız anayasasını kabul etmedi ve ezici bir çoğunlukla beraber anayasaya karşı oy kullandı. De Gaulle hükümeti buna tepki olarak öfkeli bir şekilde Gine'deki tüm Fransız yöneticileri geri çekti ve ülkenin altyapısıyla kaynaklarını sabote etmek için harekete geçti. Paris'in sert önlemleri, Fransa'nın gündemine direnen herhangi bir eski Fransız kolonisine ne olacağına dair bir örnek teşkil etmeyi amaçlıyordu.

Soğuk Savaş sırasında Komünist devletler, kendilerini, Avrupa etkisinden bağımsızlık isteyen Afrika ülkelerinin kurtarıcıları ve müttefikleri olarak sunarak bu tür eylemlerden yararlandılar. Bu tutum bazı Afrikalıların Rusya gibi ülkeleri Fransa'ya kıyasla daha adil ortaklar olarak görmelerine yol açmıştır.

Fransa 1960’tan bu yana, özellikle CFA Frangı'nın kullanılmaya devam edilmesiyle ilgili olarak Fransız ekonomik çıkarlarıyla uyumlu hükümetleri korumak için Afrika ülkelerine 50'den fazla kez askeri müdahalede bulunmuştur.

CFA Frangı'nın işlediği sistem tarihsel olarak, para biriminin sınırsız konvertibiliteye sahip olduğu, ancak kalıcı olarak Fransız para birimine, önce Frank'a ve sonrasında da Avro'ya sabitlendiği daimi bir döviz kuru olmuştur.

Fransız kontrolü altındaki Afrika para birimi

Bu da Afrika ülkelerinin kendi para birimlerinin değerini belirlemedeki etkisizliği anlamına geliyor ve aradaki değer farkı Fransa'nın Afrika ürünlerini yapay olarak ucuza almasını sağlarken Afrikalıların da bozdurdukları parayla daha az mal alabilmesine yol açıyor.

Daha da kötüsü, Fransa'nın eski sömürgelerinin sahip olduğu döviz rezervlerini saklamayı ve dolayısıyla bunlardan kar elde etmeyi zorunlu kılmasıydı. Bununla birlikte döviz rezervlerinin yüzde 50'sini Fransız bankalarında tutma zorunluluğu 2019'da Batı bölgesi için kaldırılmıştır.

Bu plan kapsamında Afrika devletleri nominal bir faiz alırken, banka bu sermayeyi daha yüksek oranlarda borç vererek Afrika kaynakları ve emeği üzerinden büyük karlar elde etti. Bu durum, Frankofon Afrika'daki pek çok ülkenin önemli altın ihracatçıları olmasına ve dolayısıyla alternatif merkez bankalarında bir para birimini desteklemek üzere servet depolamak için çok sayıda seçeneğe sahip olmasına rağmen gerçekleşmiştir.

CFA Frangı sistemi istikrar ve Zimbabve tarzı hiperenflasyonun önlenmesi açısından bazı faydalar sağlamış olsa da, Afrika ülkelerine daha güçlü uluslara uygulanmayan şartlar dayattığı için de sorgulanmaktadır. Kendi para birimleri üzerindeki kontrol eksikliği ekonomik büyümeyi engellemiş ve bu ülkeleri küresel ekonomik şoklara karşı savunmasız hale getirmiştir.

Tunus, Cezayir ve Fas gibi Kuzey Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra CFA Frangı'ndan ayrılmayı tercih etmiş ve nispeten daha yüksek bir refah elde etmişlerdir. Benzer şekilde, Botsvana'nın kendi ulusal para birimiyle elde ettiği başarı, doğru yönetimin daha az gelişmiş ülkeler için bile istikrarlı bir demokrasi ve ekonomik büyümeye yol açabileceğini göstermektedir.

Ayrıcalıklı haklar ve imtiyazlar

CFA Frangı sistemi, bir kişinin babasının birikimlerini yönetmekte ısrar ederken onları vasiyetinin dışında bırakmasının jeopolitik eşdeğeri olmuştur. Kıtanın batı kısmını kapsayan mevcut ECOWAS birliği gibi bir ticaret ve para birimi bölgesine sahip olmanın faydaları vardır, ancak CFA Frangı sistemi altındaki bağımsızlık, Fransa'nın bu ülkeleri soyduğu bir yanılsamadan ibarettir.

Fransa, bir asırdan uzun bir süredir dünya gücü olma statüsü için Afrika'ya bağımlıdır. Sömürgecilik sonrası anlaşmalarda kendisi için belirlediği diğer ayrıcalıkların yanı sıra Fransa, eski sömürgelerine askeri teçhizat satma konusunda münhasır hakka sahiptir ve keşfedilen tüm doğal kaynaklar üzerinde ilk hak sahibi olmuştur. Paris bu ayrıcalıkları büyük ölçüde kullanıyor: sadece bir örnek vermek gerekirse, Fransa'nın gazının yüzde 36,4'ü Afrika kıtasından geliyor.

Dahası, büyük çok uluslu şirketleri de içeren geniş bir Fransız iş ağı, birçok Afrika ülkesinde enerji, iletişim ve ulaşım gibi sektörlere hâkimdir. Fransa hükümeti de Afrika'daki Fransız işletmelerini, Fransa'nın bu az gelişmiş pazarlara ihracatını garanti eden COFACE adlı devasa bir kamu şirketi de dâhil olmak üzere çeşitli şekillerde desteklemektedir. 

Bağımsızlığa ve kendine güvene doğru

Bu ekonomik bağımlılık, Afrika devletlerinin zayıf, uysal ve kaynak ihracatına bağımlı kaldığı, öncelikle Fransız şirketlerine ve çıkarlarına fayda sağlayan bir sistemin sürdürülmesine katkıda bulunmuştur. Buna ek olarak, Afrika devletleri herhangi bir büyük çatışmada Fransa ile ittifak yapmak zorunda olmakla ulusal egemenliklerini daha da aşındırmaktadırlar.

Afrika kıtası pek çok hastalıktan muzdariptir, ancak belki de en kalıcı ve kötü olanı egemenlik ve sermayeye erişim eksikliğidir. Bu arada Avrupa'nın refahının büyük bir kısmı yüzyıllardır Küresel Güney'in yağmalanmasından kaynaklanıyor.

Belçika Kralı Leopold II döneminde Kongo'nun acımasızca sömürülmesinden elde edilen zenginlik üzerine inşa edilen Brüksel örneği, sömürgeciliğin köklü etkisinin çarpıcı bir hatırlatıcısıdır. Hükümdarın insanlığa karşı işlediği suçlar ortaya çıkınca, ölümünden sonra servetinin büyük bir kısmını Belçika devletine miras bırakmak zorunda kalmıştı.

Kral bunu yapmak istemeyerek, haksız kazançlarını harcamak için muazzam bir dizi bayındırlık işine girişti ve modern Brüksel'i yarattı. Şimdi AB ve NATO burada toplanıyor ve insanlık tarihinin en acımasız zulüm örneklerinden bazılarının kazançlarıyla çevrelenmişken, evrensel insan hakları konusunda küstahça nutuklar atıyorlar.

Askeri hükümetler belirttikleri hedeflere ulaşmada sık sık zorluklarla karşılaşsalar da, Batı destekli "sivil demokrasilerin" Afrika halkının güvenlik ve refahında dikkate değer bir iyileştirme gerçekleştiremedikleri açıktır.

Afrika'nın sorunlarını çözmenin yolu, sömürgeciliğin mirasından ve kalan prangalarından sıyrılabilecek ve kıtanın bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik için gerçek, yerli bir hat çizmesini sağlayacak dönüştürücü liderlerde yatmaktadır.

Brad Pearce/The Cradle-Çeviri: Medya Şafak

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com