ANALİZ
Giriş Tarihi : 24-05-2023 23:22   Güncelleme : 28-05-2023 15:21

Burhan Kavuncu Yazdı: Tam Bağımsız' Türkiyeye Doğru..

Burhan Kavuncu Yazdı: Tam Bağımsız' Türkiyeye Doğru..

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu yaklaşırken İstanbul’un meşhur varoş caddelerinden birinde Ak Parti standının önünde, bir genç elindeki megafonla: “Ne Amerika, Ne Rusya, Ne Çin, Ne Fransa, Ne Almanya, Yaşasın Tam bağımsız Türkiye” diye bağırıyordu.

Bir an gençlik yıllarıma gittim. “Milliyetçi Türkiye”, “Müslüman Türkiye”, “Bağımsız Türkiye” gibi sloganlarla birbirine yumruk sallayan gençlerdik. “Nato’ya hayır,  6.filo defol” diyen sol gruplar, şimdilerde ABD’li generallerden askeri eğitim-silah ve para, medya fonları almakla kalmıyor, “NATO üyeliğinin gereklerini yerine getireceğim, Batı’yla ilişkileri düzelteceğim” diyen Kemal Kılıçdaroğlu’nun arkasında saf tutuyor. Küresel güçler karşısında, özellikle ABD emperyalizmine karşı “Tam Bağımsız Türkiye” idealini savunmak ise Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı’na kalmış durumda.

Peki durum tam olarak böyle mi? 21 yıllık iktidarının ilk yıllarında ABD’nin ‘BOP eş başkanı’ olan Tayyip Erdoğan ve Ak Parti, batı ile ilişkilerinde inişli çıkışlı bir seyir izledi.

Irak’ın işgali sırasında Tayyip Erdoğan’ın ABD ile bilfiil beraber olma gayreti, 1 Mart 2003’te TBMM engeline takılır. Bu tarihten itibaren Türkiye’nin ve ‘derin devletinin’ emperyalist sistemden kopmaya başladığını görüyoruz. 90’larda Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte ABD ve NATO Yeni Dünya Düzeni’ni (YDD) ilan etmiş, stratejik düşman tanımına SSCB ve komünizm yerine Ortadoğu ülkelerini ve ‘radikal’ İslam’ı koymuştu.

Türkiye devleti de, NATO’ya paralel bir şekilde Milli Askeri Stratejik Konsept MASK’ı güncelleyerek “irtica tehlikesi”ni esas tehdit ilan etmişti.

2000’lerde ise Türkiye’de “devletin bekasının ABD tehdidi altında olduğu” fikri öne çıkmaya başladı. Sonraki yıllarda bu düşünce “milli politika” düzeyine çıkacaktır. Bunda Irak’ın işgali sırasında başlayan ayrışma ve ABD’nin PKK’ye destek vermesi etkili oldu. ABD ile ‘stratejik ortaklık’  askeri ve ‘derin’ çevrelerde yara alırken siyasi iktidar (AkP+ Fetö) her alanda işbirliğini sürdürüyordu. (ABD ile ortaklığın hiç de stratejik işbirliği olmadığı, tek taraflı “kullan at” politikasının 1947’den beri yürürlükte olduğu biliniyor). Diğer taraftan 1924’ten beri dindar halka baskı ve iktidarlara müdahaleyi görev sayan, 28 Şubat 96’dan itibaren bu tutumunu “irtica ile savaş”a dönüştüren Ordu, Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002’den sonra da tutumunu değiştirmemişti.

Devlet’in strateji değişikliği sancısız olamazdı. ABD, ‘stratejik ortaklık’tan vazgeçen derin güçlere karşı cevabını, ülkedeki askeri vesayeti sona erdirmek isteyen Ak Parti- Fetullah Gülen ortaklığına yeşil ışık yakarak verdi. Ergenekon- balyoz davalarıyla askeri vesayetin tasfiyesi yönünde önemli adımlar atıldı. Daha düne kadar ABD’nin sopası olan askeri vesayet nihayet bitiyordu. Operasyonda, Genel Kurmay Başkanları İlker Başbuğ ve Yaşar Büyükanıt ile varılan uzlaşma önemliydi.

2009’a gelindiğinde Tayyip Erdoğan, ülkede gerçekten iktidar olabilme fırsatını yakaladığını düşündü. İçeride askeri vesayet gücünü kaybederken, dışarıdan gelen emperyalist vesayet FETÖ üzerinden etkisini sürdürüyordu.  ABD’nin birçok ülkede karşılaştığı bir durum burada da karşısına çıktı. Baştan beri desteklediği liderlik yani RTE kontrolden çıkmaya başladı.

Filistin ve İslam dünyasıyla ilişkilerde ABD çizgisinden uzaklaşırken, içeride FETÖ ile işbirliğinin devam etmesi mümkün değildi. Ak Parti iktidarı giderek artan bir dozda ABD ile sürtüşmeye başladı. İslam dünyasının özlemlerini de temsil ederek birçok alanda Batı dünyasına meydan okundu. Filistin ve BM çıkışları, eşzamanlı olarak, bir ABD/ İsrail aparatı olan FETÖ ile de çatışmayı başalttı. ABD ile sürtüşme, FETÖ’nün darbe girişimleri, Gezi olayları, ekonomik tehditler ve nihayetinde S-400’ler üzerinden Caatsa (hasım ülke) yaptırımlarıyla giderek tırmandı. “Mavi vatan” ismiyle önemi vurgulanan Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarının engellenmesi, Yunanistan ve G.Kıbrıs’a verilen askeri destek, buna karşılık Türkiye’nin S-400’leri alarak Rusya ile yakınlaşması, savunma sanayiini geliştirme hamleleri ile artık ilişkiler tamir edilemez bir noktaya gelmişti. Doğrudan darbe girişimi (15 Temmuz 2016), Suriye’de PYD’ye sağlanan destek, “ekonominizi perişan ederim” tehditlerine, başkanlık sistemi, bağımsız savunma sanayii ve dış ilişkilerdeki arayışlarla karşı durulmaya çalışıldı.

Aynı zamanda bir NATO üyesi olarak ipleri tamamen koparmamak da bir denge siyasetiydi. İran’a uygulanan ABD ambargosuna itaat, İsrail’le yeniden normalleşme gibi adımların arkasındaki faktörleri ayrıca tartışmamız lâzım. Tam bağımsızlık, söylenmesi hoş olmakla beraber, gerçekleştirilmesi zor bir iş.

Tabii bu, Türkiye’de ilk defa yaşanan bir durum değildi. Süleyman Demirel döneminde Rusya ile birlikte alüminyum ve demir çelik tesisleri kurulmasını da ABD hoş görmemişti. Adalet Partisi iktidarı 12 Mart 1971 muhtırası ile son bulur. 1974 Ecevit iktidarında haşhaş üretimine müdahale, 1974 Kıbrıs harekâtı, Türkiye’ye silah ambargosu ve ardından ABD üslerinin sınırlı miktarda kapatılması 1980 darbesine uzanan sürecin işaret taşları oldu. Daha önceki Menderes ve İnönü dönemlerindeki gerilim ve müdahaleleri de düşündüğümüzde, gelişmekte olan bir Türkiye’nin bağımsızlık arzularını ve bunun ABD emperyalizmi tarafından hiç de makul sayılamayacak bir hırçınlıkla bastırılmasını görüyoruz.

Rusya ve Çin’in emperyal heveslerini  de yok sayamayız. Kendi ayakları üstünde durmaya çalışan ülkeler üzerindeki ekonomik, askeri ve siyasi baskıları ABD’den geri kalmıyor. 3.dünya ülkelerinin küresel güçler karşısında ayakta kalması ve ileri adımlar atması hiç de kolay değil. Ülkesini ve halkını düşünen siyasetçilerin bu zor olanı başarmak için, kendi halklarına karşı dürüst, komşu devletlerle barışı önceleyen ve dünyadaki diğer benzeri çabalarla dayanışma içinde olmaları gerekir. Ülke içindeki mezhebi veya etnik fay hatları, her zaman kullanılabilecek zaaf noktalarıdır. İnsani/ İslami zorunluluk bir tarafa, stratejik olarak da kutuplaşmadan uzak durulması gerekir. Kendi halkıyla kavgalı bir yönetimin, dışarıya karşı güçlü durması mümkün değildir.

Ak Parti iktidarı ve Tayyip Erdoğan, askeri vesayeti bitirdikten sonra ABD ve kuklası FETÖ’ye karşı adımlar atarken, içeride Avrasyacı olarak nitelenen –eski Balyoz/Ergenekon artığı- siyasi, asker ve sivillerle işbirliğine girişti. Tek başına ayakta durmakta zorlananların, içeride veya dışarıda bir takım müttefikler araması normal karşılanabilir.

Ancak gerçek iktidar merkezinin, Ak Parti ve Erdoğan mı, yoksa başka birileri mi olduğu sorusu hep sorulacak.

Hertaraf.com

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com