İslam’ın kendisi, Müslümanları bir araya getirmeye, birlikte hareket etmeye çalışırken, yerli-milli Müslümanlıklar, dindarlıklar, yerli-millî çıkarlar, rekabetler, karşıtlıklar, bencillikler Müslümanları birbirlerinden uzaklaştırıyor, birlikte hareket etmelerine izin vermiyor. Çıkar birliktelikleri, İslami birlikteliklere geçit vermiyor. Bugün, ulus- devlet bencillikleri ve çıkarları sebebiyle, bu çıkarların belirleyiciliği sebebiyle, ümmet kavramı somut hiçbir içeriğe sahip değil. Günümüzde, ulus-devletler çıkarlarını da, İslam’ı araçsallaştırarak, sömürerek kutsallaştırmaya çalışıyor. Müslüman toplulukların, cemaatlerin, hareketlerin, kalabalıklar ve güç ilişkileriyle ne kültür ne de medeniyet oluşturamayacaklarını anlamaları gerekiyor. Etnik ve mezhepçi sansasyonel karşıtlıkların, fanatizmlerin, önyargıların çatıştığı bir toplumda, ülkede, dünyada hiçbir şekilde bir kültür ve medeniyetten söz edilemez.
İslam'ın kendisine, İslami bütünlüğe bağlılık ve sadakatin yerini, politik ya da dini lidere bağlılık ve sadakatin, etnik ya da mezhepçi bağlılık ve sadakatin aldığı bir durum gerçek bir cahiliye içerisinde yaşadığımıza işaret eder. Günümüzde yaşanan çıkar ve iktidar mücadeleleri, tüm İslami değerleri ve ilkeleri bütünüyle altüst ediyor. İslami değer ve ilkeleri muhafaza etmeye çalışan muhafazakarlıkların yerini, çıkarları muhafaza etmeye çalışan muhafazakarlıklar alıyor. Ulus-devlet bencillikleri, lider bencillikleri, etnik-mezhepçi bencillikler, bugün İslam’ın kendisini yalnızlığa mahkum etme pahasına sürdürülebiliyor. Günümüz dünyasında Yahudi-Hıristiyan birlikteliği, din’i bir birliktelik olmaktan çıkarılarak, ideolojik/ırkçı/sömürgeci bir birlikteliğe dönüştürülmüş bulunuyor.
Fanatizmlerin, bağnazlıkların, bencilliklerin, önyargıların ve yanılsamaların derin sefaleti, İslam toplumlarının edilgen gerçekliğini yansıtıyor. Yapısal-edilgen-tektip-tekdüze bir gerçeklikten, ne yapılırsa yapılsın, bir umut çıkarılamaz. Fanatizmlerin, bağnazlıkların, bencilliklerin, ötekileştirmelerin sefaletinden arındığımız gün umut hayata geçecektir. Eylemde bulunmayan bir bünyenin umut etme hakkı olamaz. Gerçeği eyleme dönüşen fikirler oluşturur. İslami bilincin vatanının bütün bir yeryüzü olduğu anladığımızda, kabul ettiğimizde, yeryüzü çapında etki-yankı üretebilecek bir alana çıkmış oluruz.
Çok sefil bir konformizm, İslam toplumlarında, alçak, bayağı, kirli bencilliklere, rekabetlere, karşıtlıklara ve nefretlere hayat veriyor. Bu toplumlarda öteden beri yaşanan, yaşanılagelen akılsız umutlar, Müslümanları eyleme/harekete yabancılaştırıyor, Müslümanların harekete geçme iradelerini dumura uğratıyor. Taklit’i mutlaklaştıran gelenek, bireylerin üretkenliklerini yok ediyor. Bu nedenledir ki, muhafazakar tahayyül, ancak popülist otoriter bir zeminde, “reistokrasi” diye tuhaf bir model icat ediyor.
Sınırsız narsisizm, egoizm ve kibir, insanın kendisini derin bir karanlığa kapatmasıyla aynı anlama gelir. Kendilerini karanlığa kapatanlar, yaşanmakta olan acımasız gerçeklikle yüzleşme ihtiyacı duymazlar. Her egoizm büyük bir hapishanedir. İdeolojik önyargılara esir olanlar da, geleneksel/muhafazakar önyargılara esir olanlar da insanlık ailesinden uzaklaşırlar. Geçmişe, geçmişin ön yargılarına, ideolojilerin ön yargılarına mahkum olan bir toplumun ve kültürün, şimdiyi, bugünü etkilemesi, dönüştürmesi mümkün olamaz. Her nihilist mevcudiyet, bütün anlam ve bilgelikleri değersizleştirir.
Günümüz dünyasında, bir yanda Müslüman hayatları, gerçeği yansıtmayan hamaset/propaganda/popülizm kültürü sömürgeleştirirken, bir diğer yanda da tekno-ütopyacılıklar, teknoloji saçmalıkları sömürgeleştiriyor. İletişim teknolojileri, tarihsel bir altüst oluşu, kırılma ve dönüşümü dayatıyor. Tekno-ütopyacılık ve teknoloji putperestliği korkunç belirsizlikler ve tehditler oluştururken; insanları, insani, ahlaki, varoluşsal meselelere de yabancılaştırıyor. Teknoloji putperestliği hiçbir anlamlı aidiyeti temsil etmeyen, ruhsuz dünya vatandaşları, küresel dijital vatandaşlar oluşturuyor. Bütün toplumlar, ulus-ötesi teknoloji devlerinin dayattığı ideolojik çerçeveyi, öncelikleri ve gündemi içselleştirebiliyor. Dijital toplumsallaşma ve bağımlılık eleştirel ruhu/yaklaşımı yok ediyor. Eleştirel ruha/bilince sahip olmayan toplumlar/kültürler, yetersizliklerini, eksikliklerini, iradesizliklerini, zaaflarını fark edemiyor. Bütün bağımlılıklar, yabancılaşmalar, yozlaşmalar, iradesizlikler yapısal edilgenliklerden kaynaklanıyor. Dijital toplumsallaşma, plastik kimlikler oluşturuyor. Hangi alanda ve anlamda olursa olsun, popülist büyük sürüye katılan herkes bilinç dünyasından ebediyyen uzaklaşıyor. Ahlaki içeriği, niteliği, derinliği, misyonu, etkisi olmayan gösteri dindarlıklarının, resmi dindarlıkların, propaganda dindarlıklarının büyük bir mugalatadan ibaret olduğunu kaydetmek gerekiyor. İslam dünyası toplumları bilinçsizlikle malul oldukları için konformist din algısını, resmi din algısını, gösteri için üretilen folklorik din algısını bir türlü sorgulayamıyor. Konformist kültür ve din algısı, sorulması gerekirken, hiçbir şekilde sorulmayan, hep ertelenen varoluşsal soruları biriktirmeye devam ediyor. Konformist kültür öteden beri bildiğimiz ve dokunulmaz kıldığımız şeyleri sorgulamayı imkansız kılıyor. Konformist din algısı Müslüman halkları karşı karşıya bulundukları sömürgeci/ırkçı/ideolojik dünya karşısında teslimiyetçiliğe zorluyor, teslimiyetçilik günümüzün politik gerçekliğine dönüşüyor. Pragmatik-teslimiyetçi politik gerçeklik; Türkiye örneğinde de görülebileceği gibi, İslam dünyası ülkelerini, sistematik soykırımı halen yoğun bir biçimde sürdüren terörist devlet İsrail’le, diplomatik ve ekonomik ilişkilerini sürdürebilmeleri konusunda utanmadan sahte gerekçeler icat etmeye sevk edebiliyor. İslam’ın kendisiyle değil, onun maneviyata, mistisizme, ya da yerli-milli bir folklore dönüşen yanı ile ilgilenen günümüzün muhafazakarlıkları, dini hayatın akılsızlaştırılması, düşüncesizleştirilmesi konusunda belirleyici bir rol oynuyor. Bu düşüncesizlik sebebiyle toplumlarımız her tür edilgenliğe, teslimiyetçiliğe ve siyasal hiçliğe tahammül edebiliyor.
Yapısal edilgenliklere, bağımlılıklara ve teslimiyetçiliklere maruz kalan, bu nedenle de hiçbir zaman bağımsızlıklarını neden tamamlayamadıklarını sorgulayamayan ve İslam ülkesi olarak tanımlanan ülkeler, kendi tarihlerini yapma yetenek ve iradesine sahip değiller. Bu nedenle de sistematik bir biçimde Siyonist sömürgecilik karşısında her tür aşağılama ve istiskale katlanıyorlar. İslam ülkelerinde, iktidarlar, Müslüman halkların hayatlarını umutsuz ideallerle israf ediyor, harcıyor. Kendilerini İslam’a nispet eden iktidarlar, her tür kötülükle mücadeleyle yükümlü oldukları halde, Siyonist soykırım karşısında hiçbir irade ortaya koyamıyor, bu tarihin en korkunç kötülüğünü seyrediyor. İslam toplumlarında, Türkiye’de de yaşandığı üzere, evrensel İslami bilincin, ufkun, sorumluluğun ve dayanışmanın yerini yerli-milli muhafazakarlık, sağcılık, milliyetçilik ve mistik dindarlıklar almıştır. Bu toplumlarda, İslami sorumluluklar, bireysel dindarlıklarla sınırlı hale gelirken, kamusal dindarlıklar da, yerli-milli muhafazakarlıklar, şanlı tarih muhafazakârlığı, sağcı-mistik-folklorik tezahürlerle sınırlı hale gelmiştir. Bugün, bu toplumlarda, toplum, özgün-bağımsız-eleştirel zihinleri-ruhları imkansız kılabilecek şekilde, karizmatik politik ya da dini figürlerin ufkuna ya da ufuksuzluklarına hapsediliyor. Bu nedenle de, toplum, insan iradesini etkisiz kılan 21. yüzyıl dünyası karşısında, teknobilimsel egemenliğin oluşturduğu öngörülemez bir dünya karşısında neler yapabileceğini konuşamıyor, bütün bunları konuşabilecek entelektüel bağımsızlığa sahip kadroları yok. İdeolojik-seküler fanatizmler de, muhafazakar-dindar fanatizmler de bilincin ve ruhun özgürlüğünü yok ediyor.
Günümüz toplumlarında, dünyasında, dünya Çapında Ağ sistemi, yerli-milli kültürel-siyasal bütün sınırları, değerleri aşarak, yeni bir gerçeklik, değişim, dönüşüm zemini oluşturuyor. Dünya çapında Ağ sistemi, yerli-milli kurumsal-bürokratik kontrolü ve düşünce polisliğini etkisiz ve geçersiz kılabiliyor. Düşünce polisliği daha çok ulus-devlet sınırları içerisinde kalan muhalif-eleştirel unsurları etkisiz kılmak için uygulanıyor. Yerli-milli statüko, yerli-milli bir gündem oluştururken, dünya çapında Ağ sistemi de küresel bir statüko ve gündem oluşturuyor. Gerçek anlamda özgür düşünceyi temsil etmek isteyenler, her iki statükonun belirlediği çerçeveyi-sınırları aşmak-sorgulamak zorundalar. Hangi anlamda olursa olsun-yerel ya da küresel dayatılmış hayat tarzlarıyla, dünya görüşleri ile uzlaşan topluluklar, gerçek özgürlüğe ve bağımsızlığa yabancılaşırlar.
Modern hayat tarzı, dünya görüşü, modern iki yüzlülüklerle gizemlileştirilerek, özgürlük masallarıyla, insan hakları ve demokrasi masallarıyla İslam toplumlarına dayatıldı. Modern ikiyüzlülüklerle, gizemlileştirmelerle İslam toplumlarına dayatılan düşünsel-kültürel simülasyon, bu toplumlarda, düşünsel-kültürel köleleşmeye neden oldu. Bu nedenledir ki bugün, İslam’ın, Müslümanların, İslami hareketlerin, direniş hareketlerinin ne kadar özgür olacaklarına, İslami özgürlüklerin sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceğine emperyalist-sömürgeci Siyonist irade karar veriyor. Teknoloji ilerledikçe soykırımlar, insanlığa karşı işlenen suçlar daha çok zalimleşiyor. Bugün, insanlık çoklu krizler, çoklu kötülükler, çoklu çalkantılar, kırılmalar, kültürel kutuplaşmalar içerisinde yaşıyor. Modern zamanlarda, araçsal akıl hiçbir zaman ahlaka dönüşmediği için, modernlikler, insanlığı ahlaka/iyiliğe/erdeme/bilgeliğe bütünüyle yabancılaştırdı. Ahlaki ilişkiye yabancılaşan her toplum, bugün, öteki/ düşman icat etmeye devam ediyor. Tüccar bir dünya, ırkçı bir dünya çok yoğun ve çok sistematik bir biçimde kötülük üretiyor. Amerika’da, Avrupa’da; Filistin’in, Gazze’nin, Hamas’ın özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini destekleyen, bilinçleri ve vicdanları ırkçı/ideolojik kirlenme ve lekelenmeden ve sapkınlıktan arınmış, evrensel insani/vicdani/ahlaki değerleri/anlamları temsil eden kitleler; soykırım özgürlüğünü, ırkçılık özgürlüğünü temsil eden iktidarlar/hükümetler tarafından şiddetle cezalandırılıyor, etkisiz hale getiriliyor. Bu çok modern, çok seküler ve çok ırkçı hükümetler/iktidarlar öteden beri bir propaganda malzemesi olarak kullandıkları özgürlük gibi, insan hakları ve demokrasi gibi masalları da bir kenara bırakarak, modern-ırkçı-seküler faşizmi bütün tezahürleri ile sergilemeye devam ediyor. İslam dünyası olarak bilinen ülkeler de, Siyonist-terörist İsrail’in soykırım özgürlüğünü bütün imkanlarıyla destekleyen ırkçı-sömürgeci-seküler faşizmle iyi geçinmenin yollarını arıyor.
Evrensel insanlığın dünyasında, yalnızca modern seküler, Avrupalı halkların yararlandığı, Müslüman halkların hiçbir şekilde yararlanamadıkları özgürlükler, ya da herhangi bir toplumda yalnızca seküler kesimlerin yararlandığı, muhafazakar/dindar kesimlerin yararlanamadığı özgürlükler, aynı şekilde, yalnızca muhafazakar/dindar kesimlerin yararlandığı, seküler kesimlerin yararlanamadığı özgürlükler, özgürlük değildir, zulümdür. Herhangi bir toplumda yalnızca bir siyasal parti/iktidar çevresinin yararlandığı, diğerlerinin dışlandığı özgürlük de özgürlük değildir. Yalnızca bir siyasal parti/iktidar çevresinin yararlandığı adalet olamaz. Gerçek özgürlük, ötekileştirilenlerin, muhaliflerin, azınlıkların özgürlüğünü de içeren özgürlüktür.
Modern tarih radikal ayrımcılıkların, radikal çelişkilerin, radikal yüzsüzlüklerin, radikal haksızlıkların, radikal ahlaksızlıkların, radikal ötekileştirmelerin ve radikal ırkçılıkların tarihidir. Afrika’dan, Avrupa ve Amerika’ya getirilen kölelerin, dostluk, özgürlük, kardeşlik adını taşıyan gemilerle taşınmaları, insanlık tarihinde eşi ve benzeri görülmeyen bir yüzsüzlük, edepsizlik ve hayasızlık örneğidir. Modern tarih, beyazlar için özgürlük ve adaletin mümkün olduğunu, beyaz olmayanlar için özgürlük ve adaletin mümkün olmadığını somut olarak kanıtlayan, beyaz olmayanların/ Müslümanların, mevcudiyetlerini ancak sömürgeleştirilerek sürdürebilecekleri görüsünü dayatan bir tarihtir. Modern tarih ırkçılıkları, bilimsel-rasyonel kimi çalışmalarla meşrulaştırabilen bir tarihtir. Modern tarihte, zamanlarda ve halen, hiçbir zaman evrensel geçerliliği ve anlamı olan bir özgürlük yaklaşımı, uygulaması görülmemiştir. Modern tarih ve modern zamanlar ideolojik rasyonalitenin, araçsal rasyonalitenin ürettiği kötülüklerin, zulümlerin, soykırımların tarihidir. Sömürgeci saldırı/barbarlık/işgal ve soykırım uygulamalarına maruz bırakılan halkların özgürlük/direniş mücadeleleri dışında, bugün, her tür özgürlük söylemi, içi boş slogandan ibarettir.
Ulus-devletler ve iktidar çıkarları adına, yerli-milli muhafazakarlıklar, sağcılıklar ve milliyetçilikler adına, Müslüman haklara dayatılan etnik homojenlik ve mezhepçi homojenlik patolojilerinin, ilgili toplumlarda, Türkiye’de de somut olarak yaşandığı üzere, içselleştirilebilmesi, savunulabilir hale gelmesi, Müslüman halkları, İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatını varoluşsal İslami ufka bütünüyle yabancılaştırıyor. Varoluşsal İslami ufka, ilkelere ve sorumluluklara yabancılaşan, buna rağmen kendilerini İslam’a nispet etmeye devam edebilen ulus-devletler, içerisinde bulundukları ve içselleştirdikleri bu yabancılaşma nedeniyle, öteden beri emperyalist sömürgeci güçlerle uzlaşma imkanları arayarak, sömürgeci gidişata-statükoya müdahale etmeyi düşünmüyor. Kendi toprağına/vatanına/tarih ve kültürüne sahip olma hakkı tanınmayan, siyasal ve hukuki varoluş hakkından yoksun bırakılan Filistin özgürlük ve direniş mücadelesi, bugün, emperyalist sömürgeci gidişata fiilen müdahale ettiği için, bu gidişata isyan ettiği için, özgürlük ve haysiyet mücadelesinin ancak, direnişle kazanabileceğine inandığı için insanlık/ özgürlük/haysiyet düşmanı emperyalist dünya tarafından soykırıma tabi tutuluyor.
İslamiAnaliz