İsrail rejiminin Beyrut ve Tahran’daki taktik kazanımlarının bazı direniş yanlılarında moral bozukluğu yarattığı görülüyor.
100 yılı aşan Filistin sorununda 70 yılı aşan bir savaş yaşanıyor. Savaşlarda taktik ve stratejik kazanımlar stratejik zafere dönüşürse bir tarafın galibiyetinden diğer tarafın yenilgisinden söz edilebilir.
100 yılı aşkın Filistin sorununda İslam dünyasının ihmali ve Siyonistlerin 50 yıllık çabası sonucu yoktan var edilen İsrail devletinin stratejik bir kazanım olduğu doğrudur.
Ancak İsrail, milyonlarca kişiyi tehcir edip yurdun tamamını işgal etmesine rağmen 70 yıldır Filistin gerçekliğini de Filistin direnişini de yok edip stratejik kazanımını mutlak zafere dönüştürememiştir.
İsrail rejimi, 1967 savaşında Mısır, Suriye ve Ürdün’ü saatler içinde yendi ve 6 gün içinde hayal bile edemediği büyüklükte toprakları işgal etti.
1982’de bir hafta içinde Beyrut’a kadar tüm Lübnan’ı işgal etti ve o dönemde direnişe liderlik eden FKÖ liderliğini Tunus’a sürdü.
Bugün 360 kilometrekarelik Gazze’de 10 aydır hiçbir askeri başarı kazanamıyor; sadece soykırımcılığını tescil ettiriyor.
İsrail rejimi direnişe FKÖ’nün liderlik ettiği yıllarda onlarca el-Fetih, FHKC, Demokratik Cephe vs. liderine Filistinli akademisyenlere, siyasi liderlere hatta sanatçılara suikastlar yaptı.
1973’te el-Fetih’in merkez komitesi liderlerinden Kemal Advan, Yusuf Neccar ve Kemal Nasr’ı, 1988’de el-Fetih’in ikinci adamı Halil el-Vezir’i, 2004’te Yaser Arafat’ı öldüren İsrail rejimi hiçbir bedel ödemedi.
Bugün yaptığı suikastların bedeli Direniş Ekseni tarafından ödetiliyor.
İsrail rejimi direnişinin geçmişteki operasyonlarını ‘terör ve güvenlik sorunu’ olarak algılıyordu. Bugün ‘varoluşsal tehdit’ olarak algılıyor.
Filistin direnişi Arap dünyasının büyük bölümü tarafından açıkça ve askeri düzeyde desteklenirken sürgünden sürgüne gönderildi.
Bugün Arap dünyasının çoğu tarafından düşman görülmesine rağmen Direniş, İsraillileri sürgüne gönderiyor.
Geçmişte bölgede Filistin direnişinin destek cephesi büyüktü; bugün Direniş Ekseni dışındaki bölge ülkeleri, doğrudan veya dolaylı olarak İsrail destek cephesi içinde yer alıyor.
Buna rağmen geçmişte taktik kazanımları bile çok sınırlı olan direniş bugün stratejik kazanımlar elde ediyor.
Çünkü Filistin direnişi tarihinde ilk defa Filistin sorununu kendi çıkarları için istismar etmeyen aksine Filistin için kendi çıkarlarını feda eden dostlara sahip.
Suriye Filistin’den vazgeçseydi yıkıma uğramazdı.
İran Filistin’den vazgeçseydi yaptırımlarla ve savaş tehditleriyle karşılaşmazdı.
Hizbullah Filistin’den vazgeçseydi adayını cumhurbaşkanı seçtirirdi.
Ensarullah Filistin’den vazgeçseydi, meşru Yemen hükümeti olarak tanınırdı.
Irak direnişi Filistin’den vazgeçseydi her gün Amerikan saldırılarına uğramazdı.
Düne kadar mültecilik bir Arap kaderiydi, bugün Hizbullah’ın operasyonları sebebiyle 200 binden fazla İsrailli mülteciliği tadıyor.
Cemal Abdülnasır'ın damadı Eşref Marvan’ı casus olarak kullandığı için istihbarat efsaneleri anlatan İsrail, bugün İran hesabına casusluk yapan enerji bakanı Gonen Segev’i hapsetmekle övünüyor.
İsrail geçmişte olduğu gibi yeni topraklar ele geçirmek için değil, varlığını sürdürebilmek için savaşıyor.
Geçmişte tüm bölgeye caydırıcılık dayatan İsrail, bugün kendi yerleşimcileri tarafından Hizbullah’ın caydırıcılığına teslim olmakla suçlanıyor.
ABD liderliğindeki ‘kolektif Batı’ ile ABD müttefiki bölge ülkelerinden oluşan ‘İsrail destek cephesi’, kontrol ettiği küresel medya ağı sayesinde direnişin taktik ve stratejik kazanımlarını gizleyerek, operasyonlarını itibarsızlaştırarak umutsuzluk yaratmaya ve direniş fikrini zihinlerden silmeye çalışıyor.
Filistin destek cephesi olan Direniş Ekseni, askeri ve siyasi düzeyde ‘kolektif Batı’nın medya ve propaganda düzeyinde ise bölgedeki saray rejimlerinin saldırısı altında bulunuyor.
Bölgedeki saray medyaları bilinçli olarak, saray medyalarını aratmayan ‘diğer’ medyalar ise cahillikleri veya ideolojik marazları sebebiyle direnişle ilgili gerçekleri gizliyor, çarpıtıyor veya açıkça yalan söylüyor.
Direniş Ekseni’nin Gazze savaşında sürdürdüğü ‘yıpratma savaşı’ stratejisi, kurumsal olarak saray medyaları bireysel olarak da saray soytarıları tarafından küçümseniyor, alaya alınıyor ve itibarsızlaştırılıyor.
Bunu da sıradan insanlara mantıklı gibi gözüken şu yöntemle yapıyorlar: Direniş Ekseni’nin İsrail’e karşı kapsamlı bir konvansiyonel savaş yapmadığını, çoğunlukla gerilla savaşı yöntemlerinin kullanıldığı bir yıpratma savaşı yaptığını gizliyorlar.
Ardından da İsrail’in savaş uçaklarından attığı birkaç tonluk bombaların yarattığı yıkımla, Hamas’ın, Hizbullah’ın, Irak direnişinin veya Yemen ordusunun birkaç kiloluk savaş başlıkları taşıyan roketlerinin veya İHA’larının etkisini kıyaslıyor bundan da direnişin anlamsızlığı sonucunu üretiyorlar.
Bunun iki sebebi var: Birincisi sözcülüğünü yaptıkları sarayların İsrail destek cephesi rolünü gizlemek ikincisi de umutsuzluk yaratarak direnişi seçenek dışı bırakmak.
Kurumsal olarak saray medyalarının, bireysel olarak saray soytarılarının ve sosyal medyada etkileşim almak için her türlü saçmalığı yazan cesur cahillerin dedikleri ve vardıkları sonuç doğru olsaydı direnişin marjinalleşmesi ve yok olması gerekiyordu.
70 yıllık barbarlığa ve küresel desteğe rağmen İsrail destek cephesinin propaganda ettiği ‘siyasal çözüm yani teslimiyet’ yöntemi değil direniş fikri güçleniyor ve tek gerçekçi seçenek olarak kabul görüyor.
Yıpratma savaşı sabır gerektiren uzun bir süreçtir. Direniş, Filistin destek cephesi olan Direniş Ekseni’nin 30 yıldır kısıtlı, yetersiz veya zayıf imkanlarla belirlediği strateji ile son 70 yılın en güçlü dönemini yaşıyor.
Stratejik kazanımları stratejik zafere dönüştürmek için hala uzun bir yol var ve Direniş Ekseni bu yolda kararlılıkla ilerliyor.
Direniş Ekseni’nin stratejik zafer yolunda olduğunu da en iyi İsrail ve onun destek cephesi bildiği için taktik düzeyde bir güvenlik operasyonu olan Aksa Tufanı’nı ‘varoluşsal savaş’ diye tanımlıyor.
Bu yazı Alptekin Dursunoğlu'nun X hesabından alınmıştır...