Müslüman dünyanın içine girdiği çatışma sarmalının dördüncüsü dolaylı veya doğrudan İslam ülkeleri arasında sürmekte olan savaşlardır. Bunun doğrudan olanına en trajik örnek, Saddam Hüseyin’in başında olduğu Irak’ın İran’a saldırmasıyla süren sekiz yıllık savaştır (1980-1988). Bu savaşta yaklaşık 1 milyon insan hayatını kaybetti, trilyonlarca dolar heba oldu, savaş iki ülkenin sosyol ve ekonomik kaynaklarının büyük kaybına yol açtı. Dolaylı yollardan süren savaşlara ise Yemen ve Suriye’yi örnek göstermek mümkün. Yemen’de Zeydileri İran, Şafiileri Suudi Arabistan desteklemektedir. Suriye’de Türkiye ve İran destekledikleri gruplar üzerinde birbirlerine karşı “vekalet savaşı” yürütmektedirler.
İslam ülkeleri arasında soğuk savaşın sürmediği iki ülke göstermek neredeyse mümkün değil. Soğuk savaş yıpratıcıdır, savaş sürgit de “soğuk” karakterini korumaz, duruma göre sıcak çatışmalara dönüşme potansiyeline sahiptir.
Bu durumun ne anlam ifade ettiği üzerinde durmakta zaruret var.
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)’na kayıtlı 57 İslam ülkesi var. Dünyada 50 ülkede Müslüman nüfus çoğunlukta, bunun yüzde 20’si Arap. En kalabalık Müslüman ülke 244 milyon nüfusuyla Endonezya ilk sırada yer alıyor.
2022 yılı itibarıyla dünyada toplam 2 milyarı aşkın Müslüman olduğu tahmin ediliyor. Müslümanların %87-90’ı Ehl-i Sünnet, %10-13’ü Şîa mezhebine mensuptur, bu oranı yüzde 20’ye çıkaranlar da var. Bunların dışında birçok farklı İslâm mezhebi ve fırkası bulunuyor. Genel sıralamada İslam dünyasında yüz binlerce laik, ateist, deist, agnostik insan varsa da, bunlar en azından “nominal” olarak “Müslüman” kategorisinde mütalaa edilmektedirler. Mesela Bosna’da bir Boşnak ateist olsa bile, Müslüman addedilmektedir.
Petrol, doğal gaz, kömür ve başka tabii kaynaklar bakımından dünyanın en zengin havzası İslam ülkeleridir, kaynakların yaklaşık 2/3’ü Müslümanların yaşadığı yerlerde, ancak yoksulluğun en yaygın olduğu beşeri havza da yine Müslüman dünyadır. Bunun yanında yukarıda belirttiğimiz üzere müslüman ülkeler birbirleriyle soğuk veya sıcak çatışma içindedirler.
Bu manzara karşısında yaptığımız ilk trajik tespit şudur:
“Müslüman” ortak paydası veya İslamiyet Müslümanları bir araya getirme işlevini görmüyor. Müslümanlar paramparça olup, küresel arenada sözü geçen, stratejilerin çiziminde fikri sorulan birer aktör değildirler. Aksine, büyük güçler tarafından toprakları işgal ediliyor, kaynakları yağmalanıyor. Dahası altı milyon İsrail karşısında hergün biraz daha aşağılanıyorlar. 7 Ekim 2023-17 Ağustos 2024 arasında yüzde 70’i çocuk ve kadın olmak üzere 40 binin üzerinde Gazzeli soykırıma ve etnik arındırmaya maruz kaldı. İsrail fütursuzca ve gaddarca Gazze’deki binaların yüzde 90’ını yerle bir etti; hastaneleri, camileri, kiliseleri, mülteci kamplarını, okulları, pazar yerini bombalıyor, iki milyon insanı çölün derinliklerine sürmeyi hedefliyor.
Nüfus potansiyelleri, sahip oldukları yer altı ve yerüstü kaynakları, Müslüman dünyaya gerçek bağımsızlık ve onur kazandırmıyor. İslam ülkeleri Gazzelilerin katliamının sona erdirilmesine, suya, ilaca ve gıdaya dahi erişmelerine güçleri yetmiyor. Tek başına İran ve onunla birlikte can pahasına mücadele eden Şii Hizbullah, Zeydi Husiler ve Sünni Hamas, acizlikleri Arap ve Arap olmayan ülkeleri ve halklarını utanç içinde bırakması gerekirken, bu acz ve vurdumduymazlık içinde katliamı seyreden sözüm ona Sünni ülkelerin kadrolu veya gönüllü propogandistleri İran ve direniş cephesi aleyhinde olmadık ahlaksız propaganda ve tarihi husumetleri öne çıkararak İsrail’e hizmet ediyorlar.
Kısaca hepimizin gözü önünde ABD ve Avrupa’nın arkasında durduğu İsrail, Gazze’de soykırım yapıyorken, hedef seçtiği her Müslüman bölgeyi pervasızca bombalıyorken, Müslümanların gündemlerinde milli çıkar hesapları, konforları ve birbirlerine karşı duydukları husumetten başka önemli bir gündem maddesi yok.
Bu mücrim blokta yer alan ülkelerin utanç verici hallerine aradıkları gerekçe mezhepçilik veya milliyetçilik. Oysa Müslümanların bir bölümünün katliama tabi tutulduğu bir zamanda mezhepçilik ve milliyetçilik yapmak haramdır. Hepimizin aşağılanmakta olduğu böylesi bir vetirede tarihsel husumetlerin, tarihte şu veya bu geçerli sebeplerle teşekkül etmiş tüm mezhep ve fırkaların bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Kim Şii ve İran, Selefi ve Suudi, Sünni ve Mısır ya da Türkiye düşmanlığı yapıyorsa, onu kaale almamalı. Mezhepçilik zihni bir ahmaklık olup günde beş vakit namaz kılan Müslümanda ne akıl bırakır ne vicdan! Milliyetçiliğin ve mezhepçiliğin feraset ve basiretini körelttiği kişi rasyonel de düşünemez; duyguları onun bilincini dumura uğratır.
Yapılması gereken şey gayet açık ve basit: Müslümanların birliği!
Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan, Pakistan ve diğer Müslüman ülkelerin bir araya gelip Birlik oluşturmaları için gayret sarfetmek, yöneticileri buna zorlamak, Müslüman halklara bu bilinci vermek ve İttihad-ı Anasır-ı İslam’ı yegane maksat bilmek ve dile getirmek hemen ve şimdi atılması gereken ilk adım hükmündedir. Aksi halde tek tek Sünni, Şii, Selefi her Müslüman havza siyonist İsrail karşısında zillet içinde yaşamaya mahkumdur.
Dün Tahran’da İsmail Heniye’yi vuran İsrail, yarın Kahire’yi, Mekke’yi, Ankara’yı da vurur. Nitekim Şam’ı, Beyrut’u, Yemeni, Bağdat’ı vuruyor da!
Halkı Müslüman her milli/ulusal ülke tehdit altında iken, Müslüman ülkeleri bir araya getirmekten alıkoyan şey nedir? Bizatihi her ülke seçtiği milli/ulusal kimlik üzerine kapanıp diğerleriyle rekabet içinde olmayı varoluşsal gerekçe görüyor.
Bu noktada “Müslüman ortak paydası”na sahip Müslüman ülkeleri ayrıştırıp çatıştıran faktörlerin ne olduğuna bakmak lazım.
Ayrıştırıcı ilk faktörün beşeri fıtrattan kaynaklandığını söylemek mümkün ki, bu tabii duygu ve eğilimlerden beslenir. Beşeri fıtrattan kaynaklanan ayrıştırıcı duygu ve eğilim yanlış istikamette ve maksatta kullanıldığında tabii/fıtri olan cürme, suç ve yıkıma sebep olur. Çoğu zaman tabii/fıtri duygular, yanlış kullanıldığında ayrışmaya ve çatışmaya sebep olur. İnsanın yaratılışı itibariyle ihtilaf eden, farklı düşünen ve biri diğerine muhalefet eden karakterde yaratılmış olması doğru ile yanlış arası seçimlerde onu daima zora sokar. İster soyut düzeyde egosu, ister dünyevi çıkarı veya grup asabiyeti onu motive etmiş olsun, insanın ihtilaf eden ve muhalefet eden karakteri, duygu ve eğilimlerini doğru ve hayırlı istikamette kullanması mümkün iken, onu ayrışmaya ve çatışmaya sevkedebilmektedir.
İslam ülkelerinin her birine dikkatle bakın, söylem ve retorikleri, büründükleri formlar ne kadar farklı ve ayrı görünürse görünsün, esasta aynı mahiyete sahiptirler. Her bir İslam ülkesinde iktidar seçkinleri kendi irili ufaklı toprak parçalarını kutsallaştırıp dünyanın merkezi ilan ederler, tarihleri büyük medeniyetlerin menbaı ve merkezi tasvir edilir, komşuları onların toprağına, zenginliklerine göz diken hainler olarak tanıtılır, ahali diğer dünya ülkelerinin ahalisinden yüksek düzeyde hasletlere sahip yetiştirilir. İslam ülkelerinin neredeyse liderleri halkın şansıdır, varlıkları gerek iç gerekse dış düşmanlar tarafından sürekli tehdit altındır. Yapılması gereken şey, milli/ulusal varlığı korumak, bir olmak, barışı, istikrarı bozucu her fikir ve eylemden kaçınmak, böylece iktidarın yani monarkın, diktatörün, otokratın etrafında kenetlenmek.
İslam ülkelerinin bir araya gelişine engel çıkaran diğer faktör hiç kuşkusuz onların siyasetleri ve egemenlikleri üzerinde etkili olan bölgesel ve küresel büyük güçlerdir (ABD, AB, İngiltere, Rusya). Söz konusu büyük güçler, İslam ülkelerinin yöneticilerine ancak kendileri sayesinde ayakta kaldıklarını bazen açık, bazen dolaylı yollarla hatırlatmayı ihmal etmezler. Trump’ın 3 Ekim-2018’de Suud Kralı’na “Biz olmasak, iki hafta ayakta kalamazsınız” dediğini hatırlayalım. 2 Ağustos 1990 günü Irak, Kuveyt’e saldırdığı zaman, bu petrol zengini ülke ancak Amerika sayesinde Saddam’ın topraklarını Irak’a ilhak etmesinden kurtulabilmişti. Küresel güçler nezdinde tek tek Müslüman ülkeler dünya siyasetinde ve jeo stratejik düzenlemelerde belirleyici rol oynayan aktörler değildirler. 1970’lerde ABD Devlet Başkanı Nixon, “Ortadoğu’da üç karakol ve benzinlikler vardır” demişti ki, karakollar Türkiye, İran ve Mısır; diğerleri benzinliktir.
Peki, bu bir kader mi ve karakol ya da benzinlik olmaktan çıkmak mümkün değil mi?
Pazartesi bu soruya cevap aramaya çalışacağız.
Akılvesiyaset