ANALİZ
Giriş Tarihi : 10-06-2024 22:39

Ali Bulaç Yazdı: Mezheplerin Değer Hükm ü Nedir? II

Ali Bulaç Yazdı: Mezheplerin Değer Hükm ü Nedir? II

Ali Bulaç, akilsiyaset.com’da “Mezheplerin Değer Hükmü Nedir? II” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İşte o yazı: 

Önceki yazıda anlattığımız üzere, mezhep din değilse, mezhep içtihatları müçtehitlerin zanni görüşlerini ifade ediyorsa ve fakat buna rağmen bugün İslam dünyasında süren en şiddetli ve barbar çatışmalar “mezhepler” adına yapılıyorsa, böyle bir durumda ne yapmalı?

Müslüman kanının akmasına yol açan bu musibet karşısında takınılacak tavır nedir, ne olmalıdır?

İlk kaynağa ve ilk nesil sahabe (Selef-i salihin) algısına dönüldüğünde mezheplere ilişkin altı çizilecek değer hükümlerini şu başlıklar altında tespit etmek mümkün: 

1. Hangi branşla ilgili olursa olsun fıkhi mezhepler, kelami ekoller, tasavvufi süluklar birer yorumdur. Yapıldığı alana göre tefsir, te’vil veya içtihat Asl’a ve Usul’e uygun yapıldığı müddetçe meşru ve gereklidir.

2. Müçtehidin içtihadı ne kadar isabetli olursa olsun “mutlak” olmayıp “zanni”dir, şu halde müçtehidin içtihadı veya bir mezhebin görüşleri mutlaklaştırılamaz. Birinin görüşü, içtihadı, tefsiri veya te’vili Kur’an’dan anladığıdır; kendi görüşünü “İslam budur, Kur’an bunu emreder” diye öne süremez. 

3. Bir yorum sahibi Asl’a ve Usul’e uygun yaptığı içtihatlardan dolayı tekfir edilemez. Hz. Ali’nin kendisine ayaklanan Hariciler hakkında verdiği hüküm bu konuda yol göstericidir. Şöyle demişti: “Onlar (Hariciler) bir te’vil üzere bize karşı kılıç kullandılar, onlar müşrik değildirler.” Genel ilke şudur: Te’vilde tekfir yoktur.

4. İslam imanının üç umdesi olan Allah’ın birliği tevhide, Allah’ın insanlara muradını tebliğ etmek üzere elçi göndermesi demek olan Nübuvvete/Risalete ve ölümden sonra herkesin dirileceğine, yapıp ettiklerinin hesabını vereceği, buna göre ödül ve ceza alacağı, böylelikle mahza adaletin tahakkuk edeceği ahirete inanan herkes mü’min; İslam’ın ana umdeleri olan Kelime-i şehadeti, namazı, orucu zekatı ve haccı te’yid ve tasdik eden herkes Müslümandır.

5. Bu çerçevede Ehl-i Sünnet’in iki itikadi ekolü Eş’arilik ve Maturidilik, dört fıkıh mezhebi Hanefilik, Şafilik, Hanbelîlik ve Malikilik; Şia’nın İsna Aşeriyye ve Caferilik, Zeydilik, İbadilik, Zahirilik ve Selefi-Vehhabilik hak mezheplerdir; bu mezheplere, ekol ve fırkalara mensup olanlar bize göre içtihatlarında ve görüşlerinde hatalı ve yanlış olsalar da tekfir edilemezler, İslam dairesinin dışına çıkarılamazlar. Te’vilde tekfir haram olduğu gibi Ehl-i Kıble’nin tekfiri de tekfiri haramdır.

6. İmanın ana umdeleri ve İslam’ın beş şartını tasdik etmeyen fırka ve inanç gruplarıyla ilişkiler özgürlük, adalet ve karşılıklı ihtiram temelinde sürüp, düşmanlık şu veya bu inanca değil, zalimleredir.

7. Hak mezhepler, fırkalar arasında evlilikler mecburi olmadığı gibi yasak da değildir. Diğer bütün sivil/medeni alanlarda insanlar arasında süren sosyo politik, ticari-ekonomik vs. ilişkilerde bir Müslümanın lehinde ve aleyhinde olan, her mezhepten olan insanın lehine ve aleyhinedir.

8. Mezhep mensuplarının birbirlerinin can ve malına kastetmeleri, birbirlerinin kanını dökmeleri, yerlerine ve yurtlarına göz dikmeleri ya da birinin düşmanı olan başka din ve inançtan güçlerle, devletlerle ittifak kurmaları haramdır. Mü’minlerin birliği farzdır, ümmet milletlere/uluslara, mezheplere, fırkalara bölünemez. Müslümanlar arasında azami müşterek olup, zalim olmayan diğer din veya görüş sahibi gayrımüslim gruplarla asgari müşterekler söz konusudur.

9. Tarihte büyük mezhep kurucuları (imamlar), devletlerin veya irili ufaklı iktidarların talebi veya siparişi üzerine mezhep kurmuş değiller. İslam tarihinde mezhepler tamamiyle ‘demokratik” yol takip edilerek ortaya çıkmış sivil karakterli olgulardır. 

Şöyle ki: Bir alim kendisine yöneltilen sorulara ilmi vukufiyetini kullanarak cevaplar vermiş, bu yol herkese açık olmuştur. Zaman içinde sorunları sağlıklı cevaplarla çözen, halka İslam’ın genel hükümleri çerçevesi içinde yol gösteren alimler öne çıkmış, kabul görmüşlerdir. 

10. Mezheplerin sosyo politik, ekonomik ve devletler arası ilişkileri düzenleyen içtihatları, birçok yönüyle bir hastalığı tedavi etmek üzere uzmanları tarafından geliştirilen ilaç hükmündedir. Her ilacın bir kullanma tarihi olduğu gibi mezhep imamlarının içtihatlarının da sorun çözücü, tedavi edici bir ömrü vardır. Müçtehit yaşadığı zamanın şahidi olmak durumunda olduğundan, asırlar öncesinin sorunlarına doğru cevaplar vermiş müçtehidin içtihatları bugün için sorun çözemeyebilir, ve aksine sorunun parçası olabilir. Bu durum müctehid imamın zaafını, yetersizliğini göstermez aksine kendi döneminde olaylara ne kadar hakim olduğunu gösterir. Ama toplumsal durumların değişmesine paralel içtihatlar da değişmelidir. Nitekim İmam Şafii gibi büyük bir müçtehit iki farklı yöreden aynı suali soran iki kişiye ayrı cevaplar vermiştir.

Buna göre sosyo politik, ekonomik-ticari ve devletler arası ilişkilerde tek bir mezhebe göre amel edilemez; bir yönetimin resmi mezhebi olamaz. Suudilerin Vehhabiliği, İran’ın Şiiliği ve Afganistan’ın Hanefiliği resmi mezhep ilan etmesi hatalıdır. Tarihte kurucu imamların kendi içtihatlarının resmi mezhep görüş ilan edilmesi yönünde herhangi bir talepleri olmamış, bu talep sultanlardan ve halifelerden gelmiş, buna ise kurucu imamlar muhalefet etmişlerdir.

11. Ancak insanların bireysel hayatlarında gündelik ibadetlerini eda ederlerken (namaz, oruç, hac, kurban vb. alanlarda) belli bir mezhebe göre hareket etmeleri gereklidir. İçtihatların delillerine inme, delillerden hüküm çıkarma gücüne sahip olmayan halkın bir mezhebe göre ibadet hayatını sürdürmesinde büyük kolaylık söz konusudur.  

12. Hayli karmaşıklaşmış sosyo ekonomik ilişkilerin İslam dininin özgürlük, kamusal ahlak, adalet, ihtiram ve sözleşme haklarına göre tanzimi için;

  1. Geçmişteki mezheplerden istifade etmek mümkündür ve olmalıdır.
  2. Bu da yetmez, asıl bugün için yeni içtihatların yapılması zarureti vardır. Yeni içtihatlar yapılırken mezhep kurucularının geçmişte kalan içtihatlarından çok, içtihat yaparken takip ettikleri usulden, metodolojiden yararlanmak daha doğru ve yararlı olur. Bugün için belki de tarihin en büyük müçtehitlerinden biri olan Ebu Hanife’ye  göre bir şehir yönetilemez. Ebu Hanife, o günün ekonomik şartlarına göre komşu bir şehirden gelen malın ihtikarına cevaz vermiş; petrolü üzerine zekat düşmeyen su hükmünde kabul etmiştir.

Mezhepler din değildir, dini anlama ve doğru yaşama  tarzıdır. Mezhebi görüş veya içtihat farkı kan dökülmesinin sebebi oluyorsa, bu mezhebin din yerine geçtiği anlamına gelir. Esasında kendi hatırına çatışmalar görüş veya içtihat farklarından çok, mezheplerin siyasi iktidarlar, özellikle ulus/millet temelinde kurulmuş ulusal devletlerin mezhepleri kendi iktidarlarında ve yayılma emellerinde bir meşruiyet aracı olarak kullanmalarından  kaynaklanmaktadır. Sivil İslami hayatın yol haritaları olması gereken mezhepler çağımızda ulus devletler tarafından suiistimal edilmektedir.

Yeniden İslam Birliği’ni kurmak için mezheplerin engelleyici, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı ve çatıştırıcı faktör olmaktan çıkarılmaları zarureti vardır. Birbirlerine karşı mezhepçilik veya mezhep kışkırtıcılığı yapan grupları usulüne uygun uyarmak her Müslümanın görevidir. Bir Şii’nin Şiicilik yapması bizim Sünnicilik;  bir Sünni’nin Sünnicilik yapması bir Şii’nin Şiicilik yapmasının meşru gerekçesi değildir. Hepimizin altında toplanabileceğimiz yegane bayrak tevhid ve ümmetin birliğidir. 

Eğer II. Dünya Savaşı’nda 50 küsur milyon insanın öldürüldüğü Avrupa ülkeleri 5-10 yıllık husumeti bir kenara bırakıp koca bir Avrupa Birliği’ni kurma basiretini gösterdikleri halde bizler Türkiye, Mısır, İran ve diğer ülkeler bir araya gelip İslam Birliği’ni. Her dinden ve her kaviden grupların hakkaniyet esasına göre yaşayabilecekleri İttihad-ı Anasır-ı İslam’ı kurma basiretini gösteremiyorsak, kıyamete kadar bu zillet içinde yaşamayı hak ediyoruz demektir.

Bir Sünni lider İslam düşmanları tarafından öldürüldüğünde bir Şii veya aksine bir Şii lider öldürüldüğünde bir Sünni seviniyorsa, bu Sünni’nin de Şii’nin de bilincinde sorun var demektir:

Sorun İslam’ın evrensel, fıtri ve akli hükümlerinde değil, bizim çarpık anlayışımızdan, cahiliye asabiyetimizden kaynaklanmaktadır. Söz konusu asabiyet bazan mezhep, bazan kavmiyet, bazan ırk veya bölgecilik şeklinde tezahür eder; bu asabiyetlerin tümü meşru değildir; dayanışmanın temeline “günah ve düşmanlığı” yerleştirir. Bizden istenen ise “Birr/iyilik ve takva üzere dayanışmadır.” (5/Maide, 2)

“Sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir, Ben de sizin Rabbinizim, şu halde sadece Bana kulluk ediniz.” (21/Enbiya, 92.) 

ZehraZehra

seyyidezehra@outlook.com